Abdullah ŞENGÜL*
ÖZET
Yaklaşık yüz otuz yıllık yeni şiir tarihimizde, bizim diyebileceğimiz bir zevkin peşinden koşan sanatkârların sayısı, hiç de küçümsenecek ölçüde değildir.
Namık Kemal' in "Hürriyet Kasidesi" "Divan şiiri atölyesi" nden yükselen yeni insana has sesin güzel bir örneğidir. Sanatkâr bu eserinde, yerleştirmeye çalışılan yeni medeniyeti yeşertecek ve yaşatacak insanları arar. Onun bütün eserlerinde gerçekleştirmeye çalıştığı bu temel felsefe, bugün geldiğimiz noktanın temelini oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Tanzimat, Namık Kemal, Yeni insan
ABSTRACT
In our hıstory of poetry that is comparatively young, about 130 years old, the number of the artists who are seeking the pleasure that belongs to "us" is not a fev. in this sense Namık Kemal is a good example for the new voice which adresses to the "new man". Namık Kemal, in his "Hürriyet Kasidesi", is looking for those who will foster and give life to the new comer civilijation that constitutes the foundation of our stand point.
Key Words: Tanzimat, Namık Kemal, New man
***
"Yenileşme Dönemi Türk Edebiyatı" söz grubuyla, sanatkârın edebî eserine vücut verirken, dış dünyadan hareket etmesiyle ortaya çıkan edebî anlayışı kastediyoruz. Beş asırlık Divan şiir zevkinin üzerine inşa edilmeye çalışılan bu anlayış, Namık Kemal'in -Şinasi'nin kendisine yol göstermesinden de faydalanarak- açtığı yolda Hâmid ve Ekrem'in gayretleriyle bize has diyebileceğimiz bir sese doğru gidiş göstermektedir. Şüphesiz bu yeni ses, önce şiir vadisinde aranmıştır.
Yaklaşık yüz otuz yıllık yeni şiir tarihimizde, bizim diyebileceğimiz bir zevkin peşinden koşan sanatkârların sayısı, hiç de küçümsenecek ölçüde değildir. Arayış döneminde sürekli duyduğumuz "yeni şiir" kavramını biraz açmak gerekir. Nedir yeni şiir? Malzemesi, anlayışı, zevki yeni olan şiir mi? Eski bir binayı yıkıp, onun yerine farklı bir malzemeyle yeni bina yapmak mümkün. Ama eskiyi yıkıp, yeniyi vücuda getirmek sanat vadisinde gerçekleştirilmeye çalışılan bir gayretse; bu işin o kadar kolay olamayacağını söylemek gerekir. Yukarıda beş asırlık bir şiir zevkinden bahsettik. Bu zevk, şiirin malzemesi olan dili incelten, âdeta kristalize eden ve ona kendine has bir koku ve şekil veren zevktir. Beş asrın terini birkaç insanın kısa bir süre içerisinde silmeye kalkması mümkün müdür? Günümüz şiirinde bile Divan şiiri tesirlerini görmek mümkünken, Nâmık Kemal'de yeni şiirin peşine düşmek, biraz insafsızlık değil midir? Onda yenilik diyebileceğimiz en önemli unsur, mücerret olanın değil, müşahhas olanın peşinde koşma arzusudur. Elbette bu yeniliğin kaynağında Batı, hususiyle Victor Hugo vardır.
Şerif Aktaş, Nâmık Kemal'deki yeniliği, Divan şiiri atölyesinde hem zevk, hem de muhteva bakımından yenileşmenin eşiğine gelmek şeklinde yorumlar.1 Bu noktadan hareketle Nâmık Kemal'e yaklaşmak, en azından neyi, ne kadar arayacağını bilmek olacaktır diye düşünüyoruz.
Biraz da edebî metin problemi üzerinde durmak gerekir. Hiçbir edebî eserin sebepsiz yere kaleme alınmayacağını, sanatın bizatihi kendisinin bir iletişim kaynağı olduğunu biliyoruz. Tahlil, biraz da bu iletişimin daha doğru ve daha sağlıklı kurulmasına yönelik bir ameliye değil midir? Edebî esere yaklaşmak, her şeyden önce bir metot bilgisini zorunlu kılar.
Bizim edebiyatımızda üzerinde en fazla düşünülmesi gereken hususlardan birisi de metot bilgisidir.
Aşağıda tahlil etmeye çalıştığımız Nâmık Kemal'in Hürriyet Kasidesi "Divan Şiiri Atölyesi"nden yükselen, yeni insana has sesin güzel bir örneğidir. Bu hususu, şiirin başlığında kullanılan "eski-yeni" kavramlardan anlamak mümkündür. "Kaside" Divan şiirine has bir nazım şekli, "hürriyet'" ise, özellikle Fransız İhtilâli'nden sonra bütün medenî milletlerle beraber, bizim de yeniden keşfettiğimiz ve peşine düştüğümüz insanî değer. "Yeni Edebiyat" dediğimiz bir edebî anlayışın vücuda gelmesine sebep olan, dış dünyanın insanî değerlerinin başında, şüphesiz bu tip kavramların şiire sokulmasının bir anlamı vardır. Bu anlam, biraz da devrin sanatkârının kafasında şekillenen yeni insan anlayışıyla ilgilidir.
Şerif Aktaş, Nâmık Kemal'deki hürriyet düşüncesi için, "ben"in kendi varlığını, kendi gücünü, idrâkin tabiî sonucu olarak ele almasıdır der.2 Şair, İbret'te yayınlanan "Efkâr-ı Umumiye�3 isimli makalesinde, fertlerin toplum içinde hürriyetlerini muhafaza edebilmek için "kuvve-i galibe"ye ihtiyaç olduğunu ifade ederek, bu kuvvetin "akıl" olduğunu sezdirir.4
Biz, Nâmık Kemal'in ferdî tecrübesi içinde, hürriyete olan düşkünlüğünü biliyoruz. Sultan II. Abdulhamit Han'ın daha çocukluk yıllarında çok yakınında olmasına rağmen, siyasî tercihini V.Murat'dan yana kullanmasında da böyle bir düşünce payının olduğu muhakkaktır. Bu aydına has bir tavırdır. Dünyanın neresinde olursa olsun, insanî değerlerin peşine düşmek, aydın olmanın belirgin vasıflarından biri değil midir? İşte edebî metin tahlil edilirken, anlatma zamanının siyasî, kültürel ve sosyal şartlarının araştırılması gerekir. Bununla beraber, anlatıcının bu anlayışın neresinde olduğunun da doğru tespit edilmesi, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, gönderici ile alıcı arasındaki iletişimin daha doğru sağlanmasını kolaylaştıracaktır.
Bir edebî esere vücut verebilmek, her şeyden önce bir bilgi birikimini, sanata has tecrübeyi, hepsinden önemlisi ilham adını verdiğimiz üretme yeteneğini, kısacası bir emeği gerektirirken; elbette o eseri anlamak, benzer bir takım işçilik gerektirecektir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, tahlil dediğimiz şey, bu işçilikten başka bir şey olmasa gerek.
Mehmet Kaplan, "Encümen-i Şuarâ"dan arkadaşı Leskofçalı Galib'in divanındaki:
Olup mecrûh-ı peykân-ı havadis tâir-i devlet
Demâdem hûn akar çeşmim gibi enzâr-ı milletten
beytinin, sanatkârın bu sesine ilham teşkil ettiğini belirtir.5 Şiirin her şeyden önce bir ses olduğunu ifade eden Aktaş, Namık Kemal'in kendisini ifade edecek sesi Leskofçalı'da bulduğunu ve kendi "ben"iyle özdeşleştirdiğini söyler. İsmail Parlatır ise, Hürriyet Kasidesi'nin kaleme alınmasını, bu sebeplerle beraber, farklı bir ilham kaynağına daha bağlar. Parlatır, şairin hayal dünyasında yarattığı "Hürriyet Perisi" ("Hürriyet "in timsal-i semavîsinin Hürriyet Kasidesi'ni yaratan ilham kaynaklarından biri olduğu kanaatindedir.6 Eser;
Görüp ahkâm-ı asrı münharifsıdk u selâmetten
Çekildik izzet ü ikbâl ile bâb-ı hükümetten
beytiyle başlar, "ahkâm-ı asrı münharif söz grubu "çağın değer yargıları" demektir. Bu kelimelerle ifade edilen mana, "hükümet" kelimesiyle yan yana kullanılır. Bu bir nevi, devleti yönetenlere, asrın değer yargılarını hatırlatmaktır. Ya da diğer bir ifadeyle, sanatkârın kafasında şekillenen sosyal devlet anlayışıdır.
Aktaş, şairin "Aynı çevreden dış dünya ve devlet işleriyle ilgilenme terbiyesi aldığı sezilir. O, bütün bunları kendi mizacı etrafında toplar" 7 derken, Nâmık Kemal'deki bu düşünceyi kastediyor olmalıdır. Nitekim bizim kültürümüz, bu tip tanımları yapmaya alışıktır. Kutadgu Bilig'de, Balasagunlu Yusuf Has Hacib, bir devlet adamında bulunması gereken vasıfları, devletle fert arasındaki ilişkileri anlatmıştı. İşte esere böyle bir söz grubuyla başlamak, Türklerdeki devlet terbiyesi ile, kaybolmaya başlayan değer yargılarını dikkatlere sunar. Doğruluk ve samimiyetin olmamasının karşısına geçmek, sanatkâra göre "izzet ü ikbâl'dir. Yani, saygınlığın korunması gayretidir. Bu gayret, sanatkârı mutlu eder. Mehmet Kaplan bu durumu şöyle değerlendirir:
"Şiirde geliştirilen diğer bir motif de şairin millet, vatan, hürriyet uğrunda çektiği şahsî ıztıraplarla bundan duyduğu zevktir. Osmanlı tarihinden bahsederken "biz" diye millet nâmına konuşan şâir, bu mısralarda kendi adına konuşuyor." 8
Yukarıda değer yargıları ile hükümetin bir arada kullanıldığını söylemiştik. Şimdi üçgenin oluşmasını sağlayan üçüncü ayaktan da bahsedebiliriz: Saygınlık. Bütün bunlar, Türk insanının sahip olması, hatta uğrunda ölümü göze alabilmesi gereken yeni kıymetlerdir.
Bu beyitte yeni olan düşünceler "ahkâm-ı asrı münharif", "izzet ü ikbâl" kelimelerine yüklenen manalarla ifade edilmiştir. Bir diğer dikkat çekici husus da şudur: Birinci beytin mısra başlarındaki "görmek" ve "çekilmek" filleri. Şiir güzelliği içerisinde bu durum pek hoş karşılanmaz. Şekille ilgili bu kusur, Namık Kemal'in düşünce dünyası ile beraber değerlendirildiğinde farklılık arz eder. Çünkü, "görmek" ve "çekilmek" birer eylemdir. Bu eylemin gerçekleşmesi, zihindeki birtakım faaliyetlere bağlıdır. Bu faaliyetlerin gerçekleşmesi ise, akıl ve iradeyi gerektirir. "Çekilmek" fiili tek başına bir tepkiyi ifade eder. Şiirde de bu tepki söz konusudur. İşte Nâmık Kemal'in şiirindeki yeni insan budur. Bir devre, bir edebiyat anlayışına şekil veren yeni de budur. "Çekilmek" fiilini gerçekleştiren insan, tepkisini ortaya koyabilen insandır. Kul olmanın mes'uliyetinden kurtulmuş, aklının ve iradesinin peşine düşmüş insandır. İmparatorluğu kurtaracak olan da, aslında bu insandır. Bu tavır, Nâmık Kemal'in Türk edebiyatına hediyesidir. Onu bu sesin arkasında aramak gerekir.
Şiirin ikinci beytinde bize yeni gibi görünen, ancak Geleneksel Türk Kültürü içerisinde örneklerini çok fazla gördüğümüz "insan, hizmet, mürüvvet, yardım, zavallı" kelimelerine isnat edilen birtakım manalarla meydana getirilen bir insanî değerlerden bahsediliyor. Şiirin ikinci beytinin birinci mısraının sonundaki "halk" ve "hizmet" kelimeleri yan yana getirilerek, devre ve devrin yöneticilerine göndermeler yapılıyor. Diğer bir ifadeyle, bu neslin Batı'da gördüğü yeni devlet anlayışının tarifi yapılıyor. Bütün bu kavramlar ve eylemler "kendilerini insan bilenler" için birer erdemdir.
Şiirin üçüncü beytinde bir tarih şuuru dikkat çeker:
Hakîr olduysa millet sânına noksan gelir sanma
Yere düşmekle cevher sâkit olmaz kadr ü kıymetten
Nâmık Kemal, Türk milletinin erdemlerini iyi bilen bir sanatkârdır. Onun Osmanlı tarihi üzerine yaptığı çalışmaları biliyoruz. Sanatkâr, milletteki aslî cevherin farkındadır. Bu düşünce onun tarih bilgisinden kaynaklanmaktadır. Beyitteki "millet" kelimesi "şan" kelimesi ile beraber kullanılarak, bir tarih şuuru ortaya konulur. Beytin ikinci mısraında geçen "cevher" kelimesiyle "değer, kıymet" ifade ediliyor. Hepsinden önemlisi, "millet" kelimesinin bizatihi kendisi kullanılıyor. Onun bu kelime ile neyi kastettiğini tartışanlar vardır. İmparatorluğun yapısından kaynaklanan bir "ümmet" şuuru yerine kullanıldığını ifade edenler, ondaki tarih anlayışını dikkate almayanlardır. Bir edebî eserin yazıldığı dönemle var olduğunu söylüyoruz ama, her okunduğunda yeniden yaratıldığını hesaba katmıyoruz. Ondaki bu tarih şuurunun, Cumhuriyete uzanan bir meşakkatli yolun aydınlanmasına yardım eden ışık kaynaklarından birisi olduğunu unutuyoruz. Nitekim bu kaynak, Mustafa Kemal Atatürk'ün sanatkâr ile bir gönül bağı kurmasına vesile olur.
"Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten"
söz grubunun ifade ettiği manayı, yıllar önce Fuzûlî de Türkçe Divan'ının önsözünde kullanmıştı. Ancak o, cevher kelimesi ile kendi kıymetini dikkatlere sunmaya çalışıyordu. Nâmık Kemal, aynı söz grubuna büyük bir tarihî miras yükledi. İşte şiire getirilen yenilik bu, Nâmık Kemal'deki tarih şuuru bu, daha doğrusu Nâmık Kemal bu. Bu, aynı zamanda onun kendi insanına bakışı değil mi? Onun heyecanından kaynaklanan gür sesinin altında da böyle bir bakış açısı var. Nâmık Kemal'in insanı bir problem olarak yeniden ele alması, ona aklını ve iradesini hatırlatması, geçmişe ait bu bilgi birikiminin bir sonucu olarak değerlendirilmeli diye düşünüyoruz.
Takip eden beyitte bu kez, "millet" kavramının tamamlayıcısı durumunda olan "vatan" kavramı kullanılarak, vatana yeni bir mana yükleniliyor. Aslında, yeni mana yerine, unutulan mana demek daha doğru olsa gerek. Bu kelimelerle ifade edilen düşünce, zinde ve güçlü olmayı temel prensip kabul eden binlerce yıllık Türk tarihine Hacı Bektaşî Velî felsefesi ile yerleştirilen " bir olma, iri olma, diri olma" felsefesinin kaynağı değil mi? Türkler İslâmiyet'i kabul ettikten sonra, bu hasletine uhrevî bir mana yüklendiğini gördüler: Şehitlik. Sanatkâr, şehitliğin temel felsefenin, Türklerin eski tarihlerinde ve inançlarında da olduğunu bize yeniden hatırlatıyor. Tabiî bu düşünceler, şiirin imkânları ölçüsünde, şiire has bir güzellikle şöyle ifade ediliyor:
Vücûdun kim hamîr-i mâyesi hâk-i vatandır
Ne gam râh-ı vatanda hâk olursa cevr ü mihnetten
Yukarıdaki beyit bize, yine Fuzûlî'yi düşündürüyor. Beytin manası şöyle: "Vücudun mayası vatan toprağıdır; böyle bir vücut, vatan yolunda ne kadar acı ve sıkıntı da çekse, o yolda ölümünden, yani toprak olmasından en ufak bir sıkıntı duymaz." Aynı ifade tarzının, kelimelere yüklenen tasavvufî manalarla, Fuzûlî'nin şiirlerinde de karşımıza çıktığını görüyoruz. O da sevgilisi için ölmeyi ya da sevgilisinin canını istemesini canına minnet sayıyordu.
Aynı ifade tarzına yüklenen farklı manalar, Nâmık Kemal'in yetiştirmeye çalıştığı yeni insan anlayışını yerleştirmeyi amaçlar. Vatan yahut Silistre'nin İslâm Bey'i de aynı şeyleri söylüyordu. Bu beyit, İslâm Bey'in söylediklerinin şiir şeklinde ifadesi olarak karşımıza çıkıyor.
Hürriyet Kasidesi'nin beşinci beytinden itibaren ritim biraz daha yükselir. Ondaki tarih şuuru, müthiş bir heyecan dalgası meydana getirir. İlk dört beyitte Türke has bir fotoğraf ortaya konur. Artık bu fotoğrafa yakışmayan unsurlarla mücadele başlamıştır:
Muini zâlimin dünyada erbâb-ı denâettir
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insâfa hizmetten
Yukarıdaki iki mısrada, devrin şartları içerisinde düşünüldüğünde, çok manidar bir karşılaştırma var: "Zalim avcıya ' hizmet eden köpek; insafsıza hizmet eden ve ondan zevk duyan insan." Şiirin ilk beytinde bir devlet tarifi vardı. Burada ise, devleti yönetenler ve onların hizmetinde bulunanlarla ilgili bir tarif söz konusudur. Ancak, olumsuzluk gösterilerek, okuyucuya yorum yapma imkânı sağlanıyor. "Zalim, zulüm, adalet, hürriyet" kavramları, dillere göre değişik seslerle söylenseler de, bütün insanlık için aynı şeyi ifade ederler. Bu, birtakım değer yargılarının evrenselliğinden kaynaklanır.
Fransız İhtilâli bir çağın açılmasına vesile olduysa, evrensel değerlerin - başta Russo olmak üzere - sanatkârlar vasıtasıyla yeniden insanlığın gündemine taşındığı içindir. Nâmık Kemal'deki tarih şuuru, bu durumu fark etmesini sağlar. Onun "meşveret" usulüyle de olsa, iradî insanın peşine düşmesi, yeniden bu değerleri hâkim kılmak içindir.
Şiir vadisinde, Nâmık Kemal ile başlayan farklı sesler, farklı renkler bunlardır. Önemli olan, devrin şartları içerisinde bu seslerin terennüm edilmesidir. Esas yeniliği burada aramak gerekir. Şeklî birtakım yenilikler bir edebî zihniyetin oluşmasını ve kalıcı olmasını temin edemez. Muhtevadaki bu yenilik, zamanla şekilde de kendini gösterir. Nâmık Kemal'in Türk edebiyatına katkısını bu noktadan ele alıp değerlendirmek, ona ve edebiyatımıza hizmet etmek olmalıdır.
Şiirin bundan sonraki dokuz beytinde de benzeri düşünceler vardır. Yazar bu beyitlerde "hürriyet" teması ile karşımıza çıkar. İnsana has bu yüksek değerleri bir prensip olarak dikkatlere sunmayı amaçlayan bu bölüm:
Değildir şîr-i der-zencîre töhmet acz-i akdâmı
���
Ziya dur ise evc-i rif atinden ıztırârîdir
mısralarının da bulunduğu beyitlerle biter. "Zincire vurulmuş arslana ayaklarının güçsüzlüğü töhmet değildir"; "Işıkyüksekliğin doruğunda ise çaresizliktendir" sözleri "insan-hürriyet" ilişkisini sözün ifade gücü sayesinde ortaya koymaya çalışır.
Bundan sonraki üç beyit, şairin Osmanlı tarihine bakışı ve duyduğu hayranlıkla ilgilidir. Bu beyitlerde Namık Kemal, takındığı millî romantik tavrı daha üst noktaya çıkarır:
Biz ol âli-himem erbâb-ı cidd ü içtihadız kim
Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten
Biz ol ulvî-nihâdânız ki meydân-ı hamiyyette
Bize hâk-i mezar ehven gelir hâk-i mezelletten
İşte bunun için Nâmık Kemal, edebiyatımızın ilk millî romantiğidir. Sadık Tural, romantik edebiyatın, halkı aydınlatmak kadar, inandıkları siyaseti hâkim kılma gibi bir hususî tavırlarının bulunduğunu belirtirken, Nâmık Kemal gibi idealistleri kastediyor olmalıdır.9 Bu tavır şairi geçmişten aldığı cesaretle, korkusuz ve güçlü kılar:
Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten
Şiirin sonuna doğru (18-24. beyitler) benzer düşünceler ön plâna çıkar. Bu beyitlerde kendine güvenen, inanan insan söz konusudur. Eserin bu bölümünde, sanatkârın milletine olan bağlılığını güçlü ve korkusuz bir şekilde dışa aksettirdiğini söyleyebiliriz. Ondaki bu tavrı, Aktaş şöyle ifade eder:
"Namık Kemal'de insan, hayat ve tabiat karşısında aklı ve iradesiyle hareket eden, kendi gücüne inanan, hatta zaman zaman narsizmi düşündüren bir tavırla kendini beğenen ve ortaya koyan, herşeyi kendi "ben "i etrafında toplayan tarihî bir varlık olarak görür. Denilebilir ki onun mücadele ve eserlerinin temelinde böyle bir varlığa inanç vardır." 10
Kasidenin son yedi beytinde "hürriyet" kavramının insan için neyi ifade ettiği anlatılır:
Ne efsunkâr imişsin âh ey dîdâr-ı hürriyyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten
"Hürriyet" kavramının yazara düşündürdüğü manayı böyle "mistisizim" içerisinde ifade etmesi, sanatkârı, aynı düşünceyi terennüm edenlerden farklı kılar.
Şair, bu düşünceleri hâkim kılabilmek için, milletin gaflet uykusundan uyanmasını ister. Bu yüzden eser bir nida ile sona erer:
Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahralar
Uyan ey yâr eli şîr-i jiyân bu hâb-ı gafletten
Aynı çığlık, daha önce kaleme alınan Rüya'daki "Hürriyet Perisi"nde de vardır:
�y hâbidegân-ı sefalet, ey takayyüd-perestân-ı esaret, ey tezellül-perverân-ı cebânet, ey mürtekibân-ı her-mezellet, gözlerinizi sabah-ı mahşerde mi açacaksınız?**" 11
İşte bu gür ses, yerleştirilmeye çalışılan bir medeniyeti yeşertecek ve yaşatacak insanları arıyor. Onun bütün eserlerinde gerçekleştirmeye çalıştığı bu temel felsefe, bugün insanımızın geldiği noktanın da temelini oluşturmaktadır.
�nsan, aile, ahlâk�ile ilgili fikirleri, Nâmık Kemal'i bugün bile okunur kılan temel düşünceler olmalıdır.
(Yeni İnsan Anlayışı Çerçevesinde Namık Kemal�n Hürriyet Kasidesine Genel Bir Bakış� Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: II, Sayı: 1, Nisan 2000, s. 25-34..)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder