TANZİMAT’LA BATI’YA YÖNELEN BİR YÜZ:
“NAMIK KEMAL”
(KAYSERİ KİLİM SOSYAL BİLİMLER LİSESİ TARAFINDAN 11-12.05.2009 TARİHLERİ ARASINDA, DÜZENLENEN '170.YILINDA TANZİMAT' KONULU SEMPOZYUM TEBLİĞİ)
Çağrı KESEMEN
Mersin Sosyal Bilimler Lisesi 9. Sınıf Öğrencisi
ÖZET
18. Yüzyıla “ulus devlet” otoritesinde giren Avrupa, 1789 Fransız ihtilalıyla birlikte “hak”, “adalet”, “hukuk”, “vatan”, “hürriyet” ve “millet” (ulus) gibi kavramlarla tanışmıştır. Bu olaydan sonra dünyaya hızla yayılan “ulusçuluk” (milliyetçilik) akımı çok uluslu ülkelerin birliğini sarstığı için Osmanlı toplumunda Tanzimat dönemi aydınları “Osmanlıcılık” fikrini savunmaya koyulmuşlardır. Bu fikrin savunulmasının temelinde Osmanlı İmparatorluğunu kurtarma çabaları yatmaktadır.
Tanzimat’ın birinci dönem aydınları Fransız ihtilalı ile yeryüzünde yaygınlık kazanan ve Osmanlı Devletini de hayli zorladığı bilinen “hak”, “eşitlik” “hürriyet” ve “kanun” gibi kavramları sıklıkla dillendirmiş ve eserlerinde de bu kavramlara sıklıkla yer vermişlerdir. Özellikle geniş halk kitleleri nezdinde hayli ses getirdiği bilinen Namık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi” ile “Vatan Yahut Silistre” adlı eserlerinde bu kavramların daha ağırlıkta olduğu görülür.
Tanzimat Edebiyatı, bir kültür ve siyasi hareketin sonucu olarak ortaya çıkmış edebi bir akımdır. Bu akım 3 Kasım 1839′da Reşit Paşa tarafından ilan edilen ve Gülhane Hattı Hümayunu da denilen yenileşme beratının yürürlüğe konmuş olmasından doğmuştur. Bu makalede Tanzimat’ın ilanıyla birlikte Osmanlı düşünce yapısına yansıyan “hürriyet”, “vatan”, “hukuk” (kanun) ve ulus (millet) gibi kavramların Namık Kemal’in eserlerindeki yeri ve etkisi irdelenmektedir.
Giriş
Osmanlı Devleti’nin batılılaşma yolunda ilk kapsamlı resmi adımı Tanzimat Fermanı’yla attığı bilinir. Bu fermanın 1839’da ilanıyla birlikte -medeniyet değiştirmenin bir gereği olarak- yenileşme ve batılılaşma hareketleri de hız kazanmaya başlamıştır. (Akdeniz, 2009). Toplumsal değişim ve yenileşmenin önemli ayaklarından biri kuşkusuz edebiyat ve sanattır. Namık Kemal yenileşme hareketlerinden etkilenen Tanzimat Dönemi’nin hatırı sayılır edebiyatçılarından olduğu için Fransız ihtilalıyla tüm dünyaya yayılan ”hak”, “eşitlik”, “hürriyet”, “adalet” ve “vatan” gibi kavramları sıklıkla dile getirmeye başlamış ve eserlerinde yer vermiştir. Bu kavramların temel dayanağı ise Fransız ihtilalıdır. Daha öncesinde de Aydınlanma Çağı bulunmaktadır. Yeni kavramların Tanzimat’la birlikte Osmanlı düşünce yapısına girişinden önce bu dönemleri irdelemek gerekir.
Batı Roma İmparatorluğu’nun çökmesi Avrupa uygarlığının Rönesans’a kadar süren uzun süreli bir duraklama dönemine girmesinin de başlangıcı olmuştur. Karanlık Orta Çağ olarak da adlandırılan bu dönemde tamamen teolojik çalışmalar öne çıkmıştır. Kilise, sınırlarını çizdiği çalışmaların dışına çıkılmasını yasaklamış, dinden sapılacağı gerekçesiyle özgür düşüncenin önü kesilmiştir. Aklın rehberliğini öne çıkaran Rönesans ise sanat ve düşüncenin ana konusunu din ve teolojiden insana yöneltmiş; insanın merkez alınmasını sağlamıştır. Yeni Çağ’ın sonlarına doğru ise “eşitlik”, “hürriyet” gibi demokrasinin temel ilkelerinin keşfedildiği görülmektedir.
Özerk bir kültür anlayışı, yani aklın ışığına dayanan bağımsız bir insanlık kültürünü sistematik olarak geliştirme çabası büyük ölçüde Rönesans’la kendini göstermiştir. Daha sonra 17. yüzyıl felsefesi Rönesans’ın bu ilk adımını “usçu” (akılcı) öğretilerle destekleyerek temellendirmeye çalışmış, 18. yüzyıl felsefesi ise bu yöndeki gelişmeyi en keskin, en tutarlı biçime ulaştırmıştır. İşte bunun için bu felsefeye ayrıca Aydınlanma felsefesi de denmektedir (Gökberk, 1979: 61).
Aydınlanma Dönemi, 17. yüzyılda İngiltere’de başlayan ve 18. yüzyılda olgunlaşarak bütün Avrupa’da etkin hale gelen bir düşünce hareketidir. Aydınlanma hareketi ile birlikte din ve devlet otoritesi bir değer olarak yerini insana bırakır ve insanın en temel özelliğini akıl sahibi olmasında görür. İnsan davranışlarının akla göre düzenlenmesi gerektiği düşüncesini yayan İngiliz düşünür ve yazarı “John Locke” bu sebeple aydınlanmanın kurucusu olarak kabul görür.
Aydınlanma dönemi, Fransız ihtilalının patlak vermesinde etkili olmuş ve bunun sonucunda ortaya çıkan düşünsel ve sosyal değişimlerle Avrupa’da dengeleri değiştirmiştir. Aydınlanma Çağı’nın önemli isimleri arasında yer alan ve ihtilalden önce özgürlük ve demokrasiyi savunan Montesqieu, Voltaire, Jean Jacques Rousseau ve Diderot gibi aydınlar tarafından “akıl”, her konunun çözümü olarak görüldüğü için özgürlük düşüncesi dalga dalga yayılmaya başlamış ve toplumlar kilise ve devleti sorgulanmaya başlamışlardır.
Fransa’da halk temsilcileri tarafından oluşan Ulusal Meclis’in, Fransa Krallığı için bir anayasa yapmak üzere harekete geçmesi haliyle monarşi yönetimini değiştirmeyi hedef alan bir harekettir. Bu girişimle ihtilal başlamış, dolayısıyla 14 Temmuz’da halk Paris’te yönetime el koyarak derebeylik sisteminin kaldırıldığını ilan etmiştir. Bunun ardından; “hürriyet”, “mülkiyet”, “güvenlik” ve “zulme karşı koyma” gibi bazı haklar bakımından insanların hür ve eşit doğdukları, egemenliğin millete ait olduğu, herkesin konuşma, yazma ve yayında bulunma hakkına haiz olduğu gibi hususları öne çıkaran 27 Ağustos 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi yayınlanmış bulunmaktadır.
Bir bakıma Fransız Devrimi’nin ilkelerini bu bildir simgelemektedir. Bildiriye göre her insan için iki temel hak bulunmakta olup, bunlar “özgürlük” ve “eşitlik”tir. Bu haklar beraberinde ulusçuluk ve milli egemenlik konusunu gündeme taşımış ve özellikle milliyetçilik ilkesi siyasi bir karakter kazanarak çok uluslu devletlerin parçalanmasına sebep olmuştur. Avrupa, imparatorluklardan ulus devlet dönemine geçiş sürecine girmişken buna karşın hem Osmanlı Devleti hem de aydınlarımız bu değişime hazırlıksız yakalanmışlardır. Özellikle Sanayi İnkılâbı ile başlayan süreçte Avrupalı devletler hızla gelişirken Osmanlı Devleti bu gelişmelerin uzağında kalmış, ancak birliğini koruyarak dünyadaki yeni gelişmelere ayak uydurabilmek amacıyla batılılaşma çabaları kapsamında bir takım yenilikleri hayata geçirmiştir.
Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839)
3 Kasım 1839’da Mustafa Reşit Paşa tarafından ilan edilen ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu olarak bilinen Tanzimat Fermanı Osmanlı Devleti’nin Batı’ya yönelmesinin resmi bir belgesidir. “Tanzimat, “düzenlemeler” demektir. Her alanda düzenlemeler yapılacağının duyurulduğu bu fermanı Tanzimat Fermanı; bu fermanın ilânıyla başlayan döneme de Tanzimat Dönemi adı verilir. Fermanın en dikkat çekici tarafı Osmanlı Devleti’nin, batılı devletlerin anayasalarında yer alan insanın temel hak ve özgürlüklerinin korunması ilkesini kabul etmesi ve bunu resmî bir törenle duyurmasıdır. Böylece İmparatorlukta Hukuk devletine doğru bir yöneliş de başlamıştır. Tanzimat’ın amacı Avrupa’nın askeri, teknik ve ekonomik gelişimi karşısında zayıf kalan Osmanlı İmparatorluğu’nu yeni bir takım düzenlemelerle ayağa kaldırmaktır. Tanzimat’la gelen yenilik ve düzenlemeler, hemen hemen toplumsal hayatın her alanını kapsamıştır.
Tanzimat’ın sonucunda Osmanlı devletinde önemli sayılabilecek yenileşmeler göze çarpmaya başladı. Örneğin, tüm ülke sınırları içinde yaşayan tüm vatandaşlar Osmanlı vatandaşı ilan edildi. Anayasa kabul edilmediyse de tohumları atıldı. Mali alanda 1840 yılında Kainne-i Nakdiye ismiyle ilk kâğıt para dolaşıma girmiş oldu. Modern bütçeler hazırlanmaya başladı. Zorunlu askerlik ilan edildi ve Sultan Abdülaziz’in emri ile bir donanma kuruldu. Eğitim alanında Galatasaray Sultanisi açıldı. İlk kez yurt dışına öğrenciler gönderildi. Sanayileşmeye hız verildi ve bu sahada çalışabilecek teknik elemanlar için okullar açıldı.
Görüldüğü gibi çok yönlü bir siyasi girişim olan Tanzimat hareketi, toplumun her alanında etkili olmuştur. Bu alanlardan biri de kuşkusuz edebiyattır. Tanzimat edebiyatının önemli üç temsilcisi Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa’dır. Bunlar hak, adalet, kanun, eşitlik, hürriyet gibi kavramları edebiyatımıza ve dolayısıyla toplumumuza yansıtan sanatçılardır. Bu kavramları yalnız eserlerinde işlemekle kalmamış, toplum hayatında da yaşama geçirilmesi için birer aydın olarak siyasal mücadelelerin içinde olmuşlardır.
Tanzimat Dönemi sanatçıları 18. yüzyıl Fransa’sının düşünsel ve siyasal yapısına damgasını vuran Montesqieu, Voltaire, Jean Jacques Rousseau gibi düşünürlerden oldukça etkilendikleri bilinir. Bir an evvel köhneleşmiş kurumları yenileştirerek devleti kurtarma ve toplumu değiştirme mücadelesini başlatmaları bundan kaynaklanmaktadır.
Her üç edebiyatçımız da millet meclisinin açılması ve bir anayasa hazırlanılması için çeşitli örgütlenmelere öncülük yaptıkları gibi meşrutiyetin ilanında önemli rol üslenen Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin de kurucuları arasında yer almışlardır. Bu özellikleriyle Türkiye’de aydınlanmadan yana tavır alan yeni bir aydın kuşağının da ilk temsilcileri konumunda bulunmaktadırlar.
Namık Kemal (1840-1888)
Namık Kemal, Tanzimat edebiyatının en hareketli, coşkun ve heyecanlı şairdir. Edebiyatta hürriyet kavramını ilk o kullanmıştır. Vatan şairi olarak tanınmasına karşın nesirleri ile daha çok tanınır. Ülkenin çağdaşlaştırılması hususunda mücadeleci aydın tipinin en önemli temsilcisidir. (Geçgel, 2004). İlk şiirlerini Divan şiirinin etkisiyle yazdığı bilinir. Özellikle Şinasi’yle tanıştıktan sonra edebiyatımızın batılılaşması gerektiğine inanır ve sonuna kadar bu düşüncesini savunur. Eserlerinde ağırlıklı olarak “hak”, “adalet”, “vatan”, “ahlâk” gibi temaları işlemiş bulunmaktadır. Şiirleri kapsamlı olarak incelendiğinde içerik olarak tamamen yeni ancak şekil bakımından (biçim) Divan edebiyatına bağlı olduğu görülür. Hece ölçüsüyle denemeler yazmasına karşın büyük ölçüde aruzu kullanmıştır. Eserleri titizlikle incelendiğinde tiyatro alanındaki eserlerinin hayli eğitici karakter taşıdığı ve romanlarının da Batılı tekniğe uygun olduğu görülür.
Aynı zamanda gazeteci olan Namık Kemal’in mücadeleci bir kişiliğe sahip olduğu tartışmasız bir gerçek olarak kabul görür.
Başlıca Eserleri:
Romanları: İntibah, Cezmi
Oyunları: Vatan Yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Gülnihal, Celalettin Harzemşah, Karabela
Eleştirileri: Tahrib-i Harâbât, Takip, Renan Müdafaanamesi, İrfan Paşa’ya Mektup, Mukaddeme-i Celal.
Tarih-i Kitapları: Devr-i İstila, Barika-i Zafer, Evrak-ı Perişan, Kanije, Silistre Muhasarası, Osmanlı Tarihi, Büyük İslam Tarihi.
TANZİMAT’LA BİRLİKTE DÜŞÜNCE HAYATIMIZA YANSIYAN BAZI KAVRAMLARIN NAMIK KEMAL’İN ESERLERİNDEKİ YERİ VE ETKİSİ
Bu bölümde Fransız ihtilalı ile dünyaya yayılan ve Tanzimat’la birlikte düşünce yapımıza ve edebiyatımıza sirayet eden “hürriyet”, “vatan”, “hukuk” (kanun) ve “millet” (ulus) kavramlarının Namık Kemal’in eserlerindeki yeri ve etkisi üzerinde durulacaktır.
“Hürriyet” Kavramı
Namık Kemal eserlerinde “hürriyet, vatan, kanun, hak, adalet” kavramlarını sıklıkla kullanan şair ve yazarlarımızdandır. Özellikle onun “Hürriyet Kasidesi”, “Vatan Şarkısı” ve “Vatan Mersiyesi” bu konuları içerir.
Şinasi ve Ziya Paşa’da meşrutiyet ideali etrafında daha çok siyasal bir kavram olan hürriyet fikrini ilk defa felsefi denilebilecek bir tarzda doğal haklar görüşüyle temellendiren aydın, Namık Kemal olmuştur. “Hak ve adalete dayanan devlet nasıl kurulmalıdır?” sorusundan hareket eden Namık Kemal, bu meselenin çözümlenebilmesi için önce insanın nasıl bir varlık olduğunun bilinmesi gerektiğini düşünür. Namık Kemal’e göre her insan doğuştan hür bir varlıktır ve birey olarak kendisine Tanrı tarafından verilmiş hürriyet hakkıyla dünyaya gelir. (Kafadar, 2002:1454)
Namık Kemal, hürriyetçi bir şairdir. Onda henüz çocukluk yollarında doğmaya başlayan hürriyet düşüncesi 18. asır Fransız düşünce hareketlerine ve Fransız ihtilalının ortaya koyduğu prensiplere dayanır. O, Avrupa milletinin elde etmiş oldukları sosyal, ekonomik ve siyasi hürriyeti Türk Milleti için de hararetle savunmuştur. Hayatı baştan sona hürriyet mücadelesiyle geçmiş ve siyasi içerikli yazılarının tümünde ana fikir daha çok hürriyet aşkı üzerine kurulmuştur.
Ne efsunkâr imişsin ah ey didar-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten
(Ey hürriyetin güzel yüzü, sen ne büyüleyici imişsin. Gerçi esaretten kurtulduk derken senin aşkının esiri olduk.)
Bu beyitte hürriyeti, güzel yüzlü bir peri, bir genç kız olarak tasavvur ediyor ve tezatlı bir ifade ile ona olan tutkunluğunu belirtiyor. Haliyle bu dizeler beraberinde şairin düşüncesinin ve mücadelesinin hareket noktasını dile getirmektedir.
Ne gam pür ate ü hevl olsa da gavga-yı hürriyet
Kaçar mı merd olan bir can için meydan-ı gayretten
(Hürriyet mücadelesi korkulu ateş olsa ne dert, yiğit olan bir insan gayret meydanından kaçar mı? Hürriyet kavgası baştan aşağı ateş ve korku dolu olsa da gam değil; kaybedeceğimiz nihayet bir candır. Mert olan da bir can için gayret meydanından kaçmaz. Hürriyet candan azizdir.)
Bu da Namık Kemal’in vermiş olduğu zorlu hürriyet mücadelesi sonucunda, toplumumuzda güçlü bir hürriyet bilinci uyandırmayı başardığının kanıtıdır. Ona göre hürriyet için verilen mücadele korkakların vereceği bir mücadele değil, zulmün karşısında yiğitçe ve kahramanca alınacak bir tavır, yapılacak bir harekettir.
Namık Kemal'e göre insan doğuştan hürdür. Hür olmak onun yaratılışının bir gereğidir. Ancak, toplumun değer hükümleri ve devletin otoritesi olmasa bu hürriyet, vahşet halini alırdı veya anarşi olurdu.
Ne yar-ı can imişsin ah ey ümmid-i istikbal
Cihanı sensin azad eyleyen bin yes’ü mihnetten
(Ey geleceğin umudu, sen ne can dostuymuşsun; dünyayı bütün üzüntü sıkıntılardan kurtaran sensin. Ne can dostu imişsin. Ah ey gelecek ümidi! İnsanlar seninle avunuyorlar. Bütün insanlık âlemini binlerce ümitsizlik, karamsarlık ve sıkıntıdan kurtaran sensin.)
Her insan hürriyetini akıl ve vicdan yolu ile hareket halinde kullanır. Aklı ve vicdanı olmayanın hürriyetinden söz edilemez. Bir insan ancak bağımsız olursa hürriyetin zevkine varır. Düşünce sahibi olunca da harekete geçer. Çünkü hürriyet ile hareket arasında çok sıkı bir bağ vardır. Bu iki kavram her yerde beraberdir. Biri olmadan diğeri kendini gösteremez.
Namık Kemal'e göre düşünce, insanın en hür faaliyetidir. Onu tabiatta başka hiçbir güç değiştiremez ve yok edemez. İnsandaki hürriyet düşüncesini yok etmek için, onun duyma ve düşünme gücünü yok etmek gerekmektedir. Bu da çoğu kez mümkün olmadığından insan her daim hürriyeti istemeli ve onun için mücadele etmelidir.
Ne mümkün zulm ile bidad ile imha-yı hürriyet
Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetten.
(Zulm ile işkence ile hürriyeti ortadan kaldırmak ne mümkün; eğer kendinde bir güç görüyorsan insanoğlundan idraki kaldırmaya çalış.)
Adaletsizlik ve zorbalıkla hürriyeti yok etmek mümkün değildir. Çünkü hürriyet insanın düşünme ve anlama kabiliyetinin ikiz kardeşidir. İnsan düşünebildiği sürece hürriyet var olacaktır. Hürriyeti yok etmek için eğer gücün yetiyorsa, çalış, önce insanın düşünme kabiliyetini ortadan kaldır. Namık Kemal’in bu dizelerinde dile getirdiği düşünceler insanın temel özelliğini akıl sahibi olmasından aydınlanma felsefesinin ana tutumuyla örtüşmektedir.
Namık Kemal bu konuyla ilgili olarak Galile'yi örnek verir. Dünya’nın döndüğünü kanıtlayan Galile’ye devrin Kilise mahkemesi (Engizisyon) tarafından çok ağır işkenceler yapılarak, Dünya’nın döndüğünü söylemekten vazgeçmesi için baskı yapılır. Acıya ve işkenceye dayanamayan bilgin, savından vazgeçtiğini bildirir. Ama kendini şu cümleyi tekrarlamaktan da alıkoymaz: “Siz ne derseniz deyin, dönmüyor deseniz de Dünya dönmeye devam ediyor...”
O, bu örnekle baskının ve zulmün insanların düşüncelerinin yok edilmesinde geçerli bir yol olmadığını belirtmek istemiş ve hürriyetin ne kadar önemli bir kavram olduğunu göstermeye çalışmıştır.
“Vatan” Kavramı:
Namık Kemal’in hem makalelerinde hem de diğer sanat eserlerinde sıklıkla üzerinde durduğu temalardan biri hiç kuşkusuz “vatan” kavramıdır. Bu kavramı en geniş anlamıyla ilk kez o dile getirmiştir. Bizde vatan düşüncesi onunla gerçek değerine kavuşmuştur. Hemen hemen bütün eserlerinin temeli vatan üzerine kurulmuş ve bu yüzdende “Vatan Şairi” unvanını almıştır. Vatan, ona göre Osmanlılığın yaşamasında en önemli unsurdur. Vatan sevgisi insan için en büyük erdemdir. O, bir makalesinde vatan kavramını şöyle açıklamıştır: “Vatan öyle bir galibin kılıcı veya kâtibin kelamıyla çizilen belirsiz çizgilerden oluşmuş değil, millet, hürriyet, çıkar, egemenlik ve atalara saygı, aileye sevgi, gençlik hatıraları gibi birçok yüce duyguların bir araya doğmuş kutsal bir düşüncedir.”
Namık Kemal vatan kavramı ile ilgili düşüncelerinde Fransız ve Alman düşünürlerinin etkisi altında kalmıştır. Ancak onu Batılı düşünürlerin basit bir taklitçisi olarak görmemek gerekir. O, Batı’dan aldığı ilhamla Türk milletinin ruhunda var olan vatan sevgisini canlandıran ve harekete geçiren bir insandır. Bu açıdan yaptığı hizmet hayli büyüktür.
Vaveyla
(s,270–271)
Nevha
I
Feminin Rengi aksedip tenine
Yeni açmış güle misal olmuş
İn’itafıyla, bak! Ne al olmuş!
Serv-i simin safalı gerdenine.
O letafetle ol nihal-i revan
Giriyor göz yumunca rüyama
Benziyor, ayni, kendi hülyama.
Bu tasavvur dokundu sevdama.
Ah böyle mi gezer mi hiç canan?
Gül değil arkasında kanlı kefen…
Sen misin, sen misin garib vatan?
(Ağzının rengi tenine yansıyarak yeni açmış bir güle benzemiş, bak! Yansımasıyla ne renge bürünmüş ışıklı berrak boynuna. O güzellikle, salınarak yürüyen o sevgili gözlerimi yumunca rüyama giriyor. Aynı kendi hülyama benziyor. Bu tasavvur, sevdama dokundu. Ah, Sevgili hiç böyle gezer mi? Arkasındaki kanlı kefen, gül değil… Ey garip vatan, Bu sen misin?)
Nevha
III
Git Vatan! Kâbe’de siyaha bürün
Bir kolunu Ravza-i Nebi’ye uzat!
Birini Kerbela’da Meşhed’e at!
Kâinatta o hey’etinle görün
O temaşaya Hak da âşık olur
Göze bir âlem eyliyor izhar
Ki cihandan büyük letafeti var
O letafet olunsa ger inkâr
Mezhebimce demek muvafık olur:
Aç Vatan! Göğsünü İlah’ına aç!
Şühedanı çıkar da ortaya saç!
(Vatan, git Kâbe’de siyaha bürün. Bir kolunu Ravza-i Nebi’ye (Peygamberimizin kabri) uzat. Öbürünü Kerbela’da Meşhed’e (Hz. Hasan ve Hüseyin’in şehit edildikleri yer) at. Dünyaya o şekilde görün. O görünüşe Tanrı da hayran kalır. Göze bu duruş yeni bir âlem sergiliyor. Bunun cihandan büyük bir güzelliği var. O güzellik inkâr edilirse. İnancıma göre şunu demek daha uygun olur: Aç vatan göğsünü Allah’ına aç. Senin uğrunda şehit olanları çıkar da ortaya saç…)
Vaveyla şiirinde, vatan genç ve güzel bir kadına benzetiliyor. Türk şiirinde vatanın bir sevgiliye benzetilmesi ve bu şekilde anlatılması ilklerden biridir. Önce kadının türlü özellikleri (dudağı, gerdanı, boyu vb.) tasvir ediliyor. Sonra bu tasvir edilen varlığın vatan olduğu söyleniyor. Şiirde temsili teşbih vardır. Namık Kemal’in yanında sevgili ne ise vatan da odur. Vatan zor durumdadır ve bu durum onu üzmekte ve düşündürmektedir.
Vatan Şarkısı
(s.47)
Amalimiz efkârımız ikbal-i vatandır
Ser haddimize kal’a bizim hak-i bedendir.
Osmanlılarız ziynetimiz kanlı kefendir
Gavgada şahadetle bütün kam alırız biz
Osmanlılarız can veririz nam alırız biz
(Dileklerimiz, düşüncelerimiz hep vatanın yükselmesi içindir
Sınır boyumuza kale, bizim bedenimiz toprağıdır.
Osmanlılarız, süsümüz kanlı kefendir
Biz kavgada şehitlikle bütün zevk alırız
Biz Osmanlılarız, can veririz nam alırız.)
Vatan Şarkısı adlı şiirinde ise, Osmanlı milletinin, vatanı için varını yoğunu ortaya koyup vatan için her şeyini feda edebileceğini vurgular.
Vatan Mersiyesi
(s,40–46)
Ah yaktık şu mübarek vatanın her yerini
Saçtık eflake kadar dudunu ateşlerini
Kapadı gözde olanlar çıkacak gözlerini
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini
(Ah şu mübarek vatanın her yerini yaktık, dumanını ve ateşlerini de göklere kadar saçtık, gözde olanlar çıkacak gözlerini kapadı. Düşman vatanın bağrına hançerini dayadı, yazısı kara annesini kurtaracak yokmuş.)
Kendimizden niçün olduk bu kadar biz me’yus
Gidelim dadına Allah içün ehl-i namus
Sönüyor şem-i emel işte kırıldı fanus
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini
(Biz kendimizden niçin bu kadar ümitsiz olduk; ey namuslu insanlar, Allah için onun feryadına gidelim; işte fanus kırıldı, umut ışığı sönüyor. Düşman vatanın bağrına hançerini dayadı, yazısı kara annesini kurtaracak yokmuş.)
Serilip hak-i hakarette vatan can veriyor
Yetişin son nefesimdir gelin imdada diyor
Sevgili validemiz akıbet elden gidiyor
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini
(Vatan hakaret toprağında serilip can veriyor; son nefesimdir yetişin, imdada gelin, diyor; sevgili annemiz sonunda elden gidiyor. Düşman vatanın bağrına hançerini dayadı, yazısı kara annesini kurtaracak yokmuş.)
Bu vatandır dağıtan âleme ilm ü edebi
Bundandır Beyit-i Harem Mescid-i Aksa’yı Nebi
Ne bela çektik ise hep bu vatandır sebebi
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini
(Dünyada bilim ve ahlakı dağıtan bu vatandır; Beyit-i Harem ve Mescid-i Aksa’yı Nebi bu vatandadır; çektiğimiz her belanın sebebi bu vatandır. . Düşman vatanın bağrına hançerini dayadı, yazısı kara annesini kurtaracak yokmuş.)
Vatanı çiğnedi geçti vatanın agyarı
Merhamet kaldı sana iki cihan hünkârı
Gidiyor sevgili Kuran’ı hıfz et bari
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini
(Vatanın yabancıları vatanı çiğnedi geçti; iki cihan padişahı merhamet sana kaldı; sevgili Kuran’ın gidiyor hiç olmazsa onu koru. Düşman vatanın bağrına hançerini dayadı, yazısı kara annesini kurtaracak yokmuş.)
Namık Kemal ile Deli Hikmet’in birlikte söylediği bu şiiri Anadolu’muzun kurtuluş günlerinde, 1.Millet Meclisinde Başkumandan Mustafa Kemal Paşa kürsüden okumuş ve sonunu şu tarzla bağlamıştır:
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.” (Kabaklı,1978: 587)
Gazel 8
(s.206–207)
Arus-ı mülke tezyinatı-ı haşmet cevher-i candır
Olur, hunab-ı merdan-ı vatan piraye-i devlet
(Ülkenin güzeline görkemli süs insanın özüdür, kendisidir; Vatan yiğitlerin kanlı gözyaşı, devletin süsüdür.)
Vatan Türküsü
(s,51)
Cümlemizin validemizdir vatan
Herkesi lutfuyla odur besleyen
Bastı adü göğsüne biz sağ iken
Arş yiğitler vatan imdadına
(Vatan hepimizin anasıdır, herkesi lütfüyle besleyen odur. Düşman biz sağ iken onun göğsüne bastı. Vatanın yardımına yürüyün yiğitler.)
Hilal-i Osmanî
(s,271–273)
Hurşid hilal olur mu, ya Rab?
Bir yanı da al olur mu, ya Rab?
Bir böyle cemal olur mu, ya Rab?
Ya Rab! Bu ne hüsn-i alihane?
Elvanda mı ruhlar görünmüş?
Ervaha mı nurlar bürünmüş?
Arş inmedi ya bu hakdane?
Nazende vatan değilse, mutlak
Hüsn alihesi teverrüm etmiş!
(Ya Rab güneş hilal olur mu? Ya Rab bir yanı da kırmızı al olur mu? Ya Rab böyle bir yüz güzelliği olur mu? Ya Rab Bu nasıl bir tapınacak güzellik? Ruhlar renklerde mi bürünmüş? Gök inmedi ya bu yeryüzüne? Bu nazlı vatan değilse, mutlak. O tapınılacak güzellik ince hastalığa tutulmuş.
Bir Muhacir Kızının İstimdadı
(s,39-40)
Yekser mezar oldu vatan
Boynumda hazırdır kefen,
A’daya fırsat değmeden
Allah için öldür beni,
Allah hıfz etsin seni…
(Vatan baştanbaşa mezar oldu
Kefen boynumda hazırdır
Düşmana fırsat düşmeden
Allah için beni öldür
Allah seni korusun)
Dörtlükler
(s,259)
Vatan olsa ne rütbe bi perva
Yine bünyad-ı zulmü biz yıkarız
Merkez-i hâke atsalar da bizi
Küre-i arzı patlatır çıkarız
(Vatan ne kadar korkusuz olursa olsun, zulmün temelini yine biz yıkarız, toprağın en dibine atsalar bizi, arzı patlatır, vatan için yine oradan çıkarız.)
Vatan Yahut Silistre
Vatan Yahut Silistre, Namık Kemal’in ilk tiyatro eseridir. Oyun, 1873 yılının ilk aylarında yazılmış ve aynı yılın 1 Nisan akşamı Gedik Paşa Osmanlı Tiyatrosu’nda oynanmıştır. Oyuna halk büyük ilgi göstermiştir ve Namık Kemal’e büyük şöhret kazandırmıştır. Oyunu izleyenler galeyana gelip sokak gösterileri yaptıkları için Namık Kemal’in birçok arkadaşıyla birlikte tutuklanmasına sebep olmuştur. Namık Kemal’in daha önce yazdığı yazılar da hükümetin hoşuna gitmediği için bu eser de bahane edilerek Magosa’ya sürgün edilmesine neden olmuştur.
Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Vatan Yahut Silistre, Avrupa’da da ilgi uyandırdığı için beş dile çevrilmiştir. Bu eserinde yazar Tuna nehri kıyısında bulunan Silistre Kale’sinin az sayıdaki askerle düşmana karşı savunulmasını anlatmaktadır. Oyunda sözü edilen Silistre Kale’si vatanın simgesi olarak işlenmiştir. Yazar, oyunda kalenin savunulmasını anlatırken, vatan sevgisini canlandırmaya çalışmıştır. Vatan sevgisinin her şeyden üstün olduğunu bir kez daha bu eserinde de dile getirmiş bulunmaktadır.
“Hukuk” Kavramı
Hukuk, Tanzimat’la birlikte edebiyatımıza giren kavramlardan biridir. Namık Kemal, çeşitli makalelerinde hukuk kavramı ve hukuk sistemimiz üzerinde önemle durmuştur. Onun hukuk konusunda başlıca kaynağı Montesquieu’dur. Bu ünlü Fransız düşünürünü, daha yazı yazmaya başladığı yıllarda tanıyan Namık Kemal, hayatı boyunca onun etkisinde kalır ve onu büyük bir çabayla İslam hukukuyla uzlaştırmaya çalışır.
Ona göre, kanunların çeşitli uluslarda ve çeşitli çağlarda farklılıklar göstermesinin nedeni, sosyal faktörlerin ve şartların çeşitli oluşudur. Namık Kemal bu konuyla alakalı düşüncelerini şöyle dile getirmektedir: “Mademki, her milletin kanunları kendi coğrafyalarına, tarihlerine, örf ve adetlerine, öz bir ifade ile kendi sosyal faktörlerine ve şartlarına göre oluşur. O halde her millet, kendi kanunlarını kullanmalı, başka ülkelerden aktarmalarda bulunmamalıdır.”
Gazel 2
(s,74–75)
Umumu müstefid etmez hususun hakkını ibtal
Sakın bir ferdi ezme gayret-i ecdad lazımsa
(Kişinin hakkını hiçe sayarak toplumun yararı üstün tutulmaz, fertlerin gayreti gerekiyorsa sakın bir kişiyi bile ezme.)
Ne cür’etle edersin haksız işte Hakk’tan istimdad
Yed’i kudret mi olsun âleme cellad lazımsa
(Haksız işte ne cesaretle Tanrı’dan yardım istersin, âleme cellât gerekirse kudretin eli mi olsun?)
Gazel 8
(s,206–207)
Bulunmazsa adalet milletin efradı beyninde
Geçer bir gün zemin-i arşa çıksa paye-i devlet
(Milletlerin fertleri arasında adalet, hukuk bulunmazsa, devletin gücü arşa da yükselse kalıcı olmaz).
Vatan Mersiyesi
(s,40–46)
Yok, mudur meşverete hukuka milletin isti'dadı
Kime verdik bakınız devlet-i istibdadı
İşte tahkir ediyor makbere-i ecdadı
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini
(Milletin demokrasiye, hukuka ve parlementer sistemine kabiliyeti yok mudur? İstibdad gücünü bakın kime verdik. İşte atalarımızın mezarını hor görüyor. Düşman vatanın bağrına hançeri dayadı, yazısı kara annesini kurtaracak yokmuş.)
Devlet çarkının mevcut rahatsızlığından kurtularak, sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlamak için, gecikmeye fırsat vermeden gerekli hukuki düzenlemelerin yapılmasında zorunluluk olduğunu savunan sanatçı, birçok makalesinde ve şiirlerinde, ilgilileri uyarmış, hukuk sistemimizin bozukluğuna bütün gücü ile dikkatleri çekmiştir.
“Millet” Kavramı
Gerek düşünce ve gerekse sanat adamı olarak zengin bir milliyetçilik dolayısıyla kahramanlık ruhu taşıyan Namık Kemal, Türk milletinin ruhunda kahramanlık duygusunun var olduğuna ve sonsuza kadar var olmaya devam edeceğine inanır. Hemen hemen her eserinde de bu duyguyu vermeye çalışır.
Hürriyet Kasidesi
(s,3–4)
Durur ahkâm-ı nusret ittihad-ı kalb-i millette
Çıkar asar-ı rahmet ihtilaf-ı re'y-i ümmeten
(Başarının, üstünlüğün değeri, milletin gönül birliğinde durur; koruma ve kollama eserler ise ümmetin düşüncesinin çarpışması ile çıkar.)
Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azimetten
(Felek her türlü eziyet yollarını toplasın gelsin, millet yolunda hizmetten dönersem kahpeyim.)
Gazel 5
(s,148)
Milletim mümkin midir inkâr hakk-ı ni'metin
Kelbden alçak mıyım insanlık unvanımla ben?
(Milletim, nimetin hakkını inkâr etmek mümkün mü? İnsanlığımla ben, köpekten daha mı alçalacağım.)
Gazel 8
(s,206- 207)
Bulunmazsa adalet milletin efradı beyninde
Geçer bir gün zemin-i arşa çıksa paye-i devlet
(Milletlerin fertleri arasında adalet hukuk bulunmazsa, devletin gücü arşa da yükselse kalıcı olmaz).
Murabba
(s,50)
Musırrım sabitim ta can verince halka hizmette
Fedakârın kalır ezkarı daim kalb-i millette
Denir bir gün gelir de saye-i feyz-i hamiyyette
Kemal'in seng-i kabri kalmadıysa namı kalmıştır.
(Ta ölünceye kadar halka hizmette kararlıyım ve dönemem, fedakâr insanın sözleri süreklice milletin kalbinde kalır. Haysiyetin bol olduğu bir gün gelir ve denir: Kemal’in mezar taşı kalmadıysa adı kalmıştır.
Vatan Mersiyesi
(s,40–46)
Yok, mudur meşverete hukuka milletin isti'dadı
Kime verdik bakınız devlet-i istibdadı
İşte tahkir ediyor makbere-i ecdadı
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini
(Milletin demokrasiye hukuka ve parlamenter sistemine kabiliyeti yok mudur? İstibdad gücünü bakın kime verdik. İşte atalarımızın mezarını hor görüyor. Düşman vatanın bağrına hançeri dayadı, yazısı kara annesini kurtaracak yokmuş.)
Dörtlükler
(s,248)
Vakf eyledim vücudumu ben rah-ı millete
Bezl eyledim hayatımı fikr-i hamiyyete
Cismim boğar âdemde olsa da hunum boğar seni
Vermem mecal ben sana halka hıyanete
(Ben varlığımı milletin yoluna adadım, hayatımı hamiyet düşüncesine serdim, bedenim yok olsa da kanım boğar seni, halka ihanette sana cesaret, güç vermem.)
Görüldüğü gibi Namık Kemal Milliyetçi dünya görüşünü benimsemiş ve kendisine hareket noktası olarak seçmiştir. Her hareketinde, her sözünde ve her eserinde Türk milletinin çıkarlarını göz önünde bulundurur. Aşağıda geçen olay da bu konudaki hassasiyetini gösterir.
Londra'daki British Public Library, kitapları kadar okurlarıyla da ünlenmiş bir kütüphanedir. Eski el yazmalarıyla dünyaca ünlü okurlarını (K. Marx, vs.) aynı çatı altında buluşturan bir mekân. Türkiye'de vatan bilincinin yerleşmesinde önemli rolü olan Namık Kemal de bu kütüphanenin müdavimlerindendir. Anlatıldığına göre, buraya ilk geldiğinde okurlardan istenen bilgi kayıt formunda millet (nationality) hanesinin karşılığını doldurmakta bir hayli güçlük çekmiş. Milletinin karşılığı olarak önce “Osmanlı” yazmış, daha sonra kütüphane görevlisi “Bu, imparatorluğunuzun adı. Lütfen milletinizi yazın” deyince, biraz düşündükten sonra “Müslüman” yazmış. Kütüphane memuru basit bir kimlik fişini bile doldurmaktan aciz gördüğü Namık Kemal’i tekrar uyarmış: “Şimdi de dininizi yazdınız” diye. Türkiye’nin ilk ulusal kahramanlarından biri olan yazarımızın aklına sonunda “Türk” yazmak gelince, ancak okuma salonuna girebilmiştir. (Vassaf, 2002).
Sonuç
Aydınlanma Çağı’yla birlikte yükselen ve Fransız İhtilalı’yla hızla yaygınlaşan “hak”, “eşitlik”, “hürriyet”, “vatan” ve “millet” kavramlarının Türk toplumunda yer almasında ve bu kavramların uygulanmasında Namık Kemal’in edebi kişiliğinin yanı sıra mücadeleci kişiliğinin de önemli rol oynadığı kabul görmektedir. O, bu yönüyle ülkenin çağdaşlaştırılması yolunda yazdıkları, mücadelesi, öneri ve görüşleriyle yeni aydın tipinin de önemli temsilcilerinden sayılır.
Divan Edebiyatı’nın aksine Tanzimat edebiyatı, seçkin kişiler için değil, halk için meydana getirilen bir edebiyat düşüncesiyle ortaya çıkmıştır. Bu görüşü benimseyen edebiyatçıların başında da yine Şinasi, Ziya Paşa, Ahmet Mithat ve Namık Kemal gelmektedir. Tanzimat’ın ilk döneminde şiirin konusu büyük ölçüde değişmiş; aşk, hasret, ayrılık gibi kişisel konular bir yana bırakılarak bunun yerini eşitlik, özgürlük, adalet ve hukuk gibi toplumsal konular almıştır.
Namık Kemal bir makalesinde şiirin, fikrin gelişmesine ve halkın eğitilmesine olan katkısından söz eder. Divan edebiyatının gerçekle ilgisizliğine, yapmacıklığına, boşluğuna şiddetle karşı koyan Namık Kemal, bu sebeple edebiyatın yeniden düzenlenmesini ister. Bunun için de her şeyden önce yeni bir anlatım yolu, yeni bir dil bulunmasını zorunlu görür. Türkçenin bir an önce konuşma diline yaklaştırılması gerektiğini savunur.
KAYNAKÇA
AKDENİZ, Safiye. “Tanzimat Dönemi edebiyatçılarının Kadın Problemine Yaklaşım Biçimleri”, cws.emu.edu.tr/en/conferences/2nd_int/pdf/safiye%20akdeniz.pdf & İndirilme Tarihi: 01.05.2009
Büyük Türk Klasikleri, Cilt 8, Ötüken - Söğüt Yay., İstanbul 1988.
GEÇGEL, Hulusi. Uluslararası Demokrasi Eğitimi Sempozyumu, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, 20-21 Mayıs 2004
GÖKBERK, Macit ( 1979): Felsefenin Evrimi, İstanbul Milli Eğitim Basımevi
GÖKDEMİR, Sevgi- GÖKDEMİR, Ayvaz, (Lise ve Dengi Okullar İçin Nazım Yönüyle) Yardımcı Edebiyat Kitabı, Ötüken Yay.
KABAKLI, Ahmet, Türk Edebiyatı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul 1985.
KAFADAR, Osman (2002): Felsefe Sözlüğü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları
SİRAC, Ahmet - GÜLAY, Mustafa. (1999). Namık Kemal, İstanbul: Akpınar Yayınları.
VASSAF, Gündüz; Radikal Gazetesi, 01.12.2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder