6 Eylül 2012 Perşembe

Namık Kemâl’e Göre “Şark Meselesi” ve Osmanlı Devleti’ni Çöküşe Götüren Sorunlar

http://www.historystudies.net/DergiPdfDetay.aspx?ID=192 dosyasının html sürümüdür.

Namık Kemâl’e Göre “Şark Meselesi” ve Osmanlı Devleti’ni Çöküşe Götüren Sorunlar

Musa GÜMÜŞ*

Giriş
19. Yüzyıl Türk münevverlerinin en önemlileri arasında bulunan Namık Kemâl,
Osmanlı Devleti‟nin siyasî, sosyal ve ekonomik hayatına dair birçok makale yazmış, bu
makalelerinde devletin içinde bulunduğu sorunlara değinmiş ve bu sorunların çözümü için
öneriler sunmuştur.
Namık Kemâl, Osmanlı Devleti‟nin yaşadığı sorunlar hakkında ortaya koyduğu
isabetli görüşleri ile çok yönlü bir mütefekkir olarak tarihte yerini almıştır. Dönemin düşünce
dünyasına da önemli katkılar sağlayan Namık Kemâl‟in asıl değeri diğer birçok Türk
münevveri gibi vefatından sonra anlaşılmış, hakkında yapılan onlarca çalışma ile de fikirleri
günümüze taşınmıştır.
Siyasetle de iç içe olan Namık Kemâl, dönemin olaylarını, Osmanlı Devleti‟nin içinde
bulunduğu durumu, Batı‟nın Osmanlı Devleti‟ne karşı yaklaşımını ve bunun siyasî, sosyal ve
ekonomik alanlardaki yansımalarını iyi okuyabilmiş, ileri görüşlü bir düşünürdür(Aydın, 2009:
26). Namık Kemâl, millete hizmet için tek vasıta olarak gördüğü yazılarını gazeteler
aracılığıyla yayımlamıştır. Namık Kemâl, kendisinin de dediği gibi “vatan hizmetkârlığı için
doğmuş”tu. Bu düşünce ile hareket eden Namık Kemâl, fırsat bulduğu her an yazmaya devam
etmiştir: “Kendimi vatan hizmetkârlığı için doğmuş bilenlerden olduğum gibi bu vazîfeyi ifâya
yazıdan başka kendimce bir vâsıta bulamadığımdan elimde kalem tutmağa kudret hissettiğim
günden beri gazeteciliği ihtiyar edindim”(Özon, 1997: 222).
Namık Kemâl‟in gençlik dönemin siyasî atmosferi, onun idealist bir düşünce sistemini
benimsemesine zemin hazırlamıştır1. Yine aynı siyasî atmosfer, onun pragmatik bir düşünce
sistemini benimsemesine sebep olmuştur. Siyasî yazılarının çok önemli bir kısmı Osmanlı
Devleti‟nin içinde bulunduğu sorunlarla ilgilidir. “Şark Meselesi” çerçevesinde Batı‟nın içinde
bulunduğu siyasî şartlar ve uluslar arası çıkar ilişkileri, Batı‟nın Osmanlı politikası, Osmanlı
Devleti‟nin içinde bulunduğu sosyal, siyasî ve ekonomik durum, Osmanlı devlet adamlarının
siyasî duruşları, Osmanlı Müslim-Gayrimüslim tebaanın içinde bulunduğu ruh hali ile ortaya
koydukları tavır ve davranışlar, bunun Osmanlı Devleti‟nin siyasî, sosyal ve ekonomik
hayatına yansımaları, Namık Kemâl‟in makalelerinin siyasî konuları arasında yer alır. Bunlara
ilaveten Namık Kemâl “Şark Meselesi” çerçevesinde devleti çöküşe götüren sorunları da
irdeler.
1 “Müstesna zekâsı, derin tarihi vukûfu, dünyanın tuttuğu yolu görüp tahlîl ve idrâk eden yüksek kabiliyeti ile Namık
Kemâl‟i kendi milleti ve vatanı için silah olarak elinde yalnız kalemi olduğu halde dâhilî ve harici düşmanlara karşı
yine fikrin en müessir silahlarından daha kuvvetli bir mücadele vasıtası olduğuna kani olan bir mücahit olarak
görüyoruz” (Baysal, 1942: 190).
Page 3
147
Musa GÜMÜŞ
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
Biz de Namık Kemâl‟in “Şark Meselesi” hakkındaki görüşlerini günümüze taşıyarak
onun bakış açısından “Şark Meselesi” çerçevesinde Osmanlı Devleti‟ni çöküşe götüren
sorunları değerlendirmeye çalışacağız.
a. “Şark Meselesi”ne Genel Bir Bakış
“Şark Meselesi”nin, ortaya çıkışı ve tarihî mahiyeti hakkında değişik görüşler ileri
sürülmektedir. “Şark Meselesi”, siyasî bir tabir olarak Batı‟da ortaya çıkmıştır. Batı‟nın Doğu
hakkındaki tasavvuru, Doğu‟ya istediği şekli vermeye çalışması ve Doğu üstünde tam bir
hâkimiyet kurmak düşüncesi yine “Şark Meselesi” olarak tanımlanabilir. Ruslar, 1815 Viyana
Kongresi‟nde, Osmanlı tebaası olan Rumların Osmanlı Devleti‟ndeki durumlarını gündeme
getirerek Rumlar lehine birtakım kararlar aldırmak istemiş, ancak Rusların bu girişimi
Metternich tarafından reddedilmiştir (Kemâl, 1327b: 1). Bunun üzerine Rus Çarı I. Aleksandır
da Osmanlı tebaası Hristiyanların genel durumlarına değinmek için “Şark Meselesi” tabirini
kullanmıştır (Şahin, 2006:21). “Şark Meselesi”, tarihte birçok farklı anlam ve siyasî amaçlar
için kullanılmasının yanında, Viyana Kongresi ile yeni bir boyut kazanmış oldu. “Şark
Meselesi” bu yeni boyutuyla 19. asrın uluslararası siyasî atmosferini oldukça etkilemiş ve
Osmanlı Devleti‟ni oldukça meşgul etmiştir.
İslamiyet ile Hristiyanlık arasında ortaya çıkan ilişkilere bağlı olarak Batı‟da Haçlı
zihniyeti ortaya çıkmıştır. Bu haçlı zihniyetinin siyasî faaliyetlerinin bir ürünü olarak iki
safhada gündeme gelen ve adına “Şark Meselesi” denilen proje; Türkleri, ilk başta Anadolu‟ya
sokmamak anlayışını benimser. Bu, Malazgirt Savaşı‟yla uygulamaya koyulmak istenmiş
ancak başarılamamıştır. Bunun üzerine Batı, yeni bir girişimde bulunarak Türkleri Anadolu‟da
durdurmayı amaçlar ancak Miryakefalon Savaşı‟yla bu amaç da tarihe gömülür. Bundan sonra
Batı, Türkleri Rumeli‟den atmayı planlar, ancak bu plan da Çirmen Savaşı‟yla suya düşer. Bu
safhanın son aşamasında ise Türklerin Avrupa‟ya yayılışını engellemek planı devreye sokulur;
ancak bu plan da Niğbolu Savaşıyla tarihin derinliklerine gömülür. Batı, “Şark Meselesi”nin
birinci safhasında, Türkler hakkında hazırladığı planların hiçbirini uygulamaya koyamaz ve
herhangi bir başarı sağlayamaz.
“Şark Meselesi”nin ikinci safhası, Osmanlı Devleti‟nin Avrupa kıtasında fethettiği
bölgelerdeki Hıristiyanları Osmanlı hâkimiyetinden kurtarmak amacıyla Batı tarafından
başlatılır. “Şark Meselesi”nin bu safhasında, bütün Hristiyan unsurların birer birer
bağımsızlığa kavuşturulması, Osmanlı gayrimüslim unsurları hakkında ıslahat talebi, baskı ve
bu vasıta ile Osmanlı Devleti‟nin içişlerine müdahale edilmesi, Türklerin Balkanlar‟dan
tamamen atılmasını sağlayacak siyasî çareler bulunması, İstanbul‟un Türklerin elinden
alınması ve safhanın son bölümünde Türklerin Anadolu‟dan atılması hedeflenir ve bunun için
faaliyetler gerçekleştirilir.
Görüldüğü gibi “Şark Meselesi”ne yüklenen anlamlar oldukça geniş ve tarihî süreci de
12-13 asrı aşan geçmişe dayanmaktadır. Temeli de genel hatları itibariyle Türk-İslam
Medeniyeti‟nin Batı karşısındaki durumu, Batı‟nın buna verdiği tepki ve ortaya koyduğu siyasî
manevralara dayanmaktadır. İki safhada ele alınan “Şark Meselesi”nde, süreç iki değişik
şekilde işlemiştir: 1699‟a kadarki birinci süreçte Batı savunmada, Türkler ileri harekâttadır.
Page 4
Namık Kemâl‟e Göre “Şark Meselesi” ve Osmanlı Devleti‟ni Çöküşe Götüren Sorunlar
148
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
1699‟dan Sakarya Savaşı‟na kadar olan ikinci bu süreçte Türkler savunmada, Batı da askerî,
siyasî ve ekonomik saldırıdadır2.
Dikkat edilirse “Şark Meselesi”nin seyri, Batı‟nın ya da Türklerin içinde bulunduğu
kuvvet durumuna göre değişmiştir. Türkler güçlü olduğunda Batı savunmada kalmış, Batı güç
kazandığında ise Türkler savunma durumuna geçmiştir. Namık Kemâl‟e göre Osmanlı
Devleti‟ni çöküşe götüren sorunlar Türklerin savunma durumunda olduğu süreçte ortaya
çıkmaya başlamıştır.
b. Namık Kemâl’e Göre “Şark Meselesi”nin Tarifi ve Tarihî Süreci
Namık Kemâl, “Şark Meselesi”ni;“İki asırdan beri yanar dağlar gibi hiç umulmadığı
bir zamanda âteş-engiz-i galeyân olarak zelzele-i sademâtiyle rûy-ı „arzın şeklini tağyir
etmesinden korkulan devâhî-i siyâsetin adı” olarak tanımlar(Namık Kemâl, 1327a: 1).
Osmanlı topraklarının herhangi bir kısmında ortaya çıkan bir olay, “Şark Meselesi”nin
yeniden ve bir anda alevlenmesine sebep olmaktadır(Namık Kemâl, 1303a: 454). Namık
Kemâl, “Şark Meselesi”nin tanımını yaparken, aynı zamanda bir tarih saptaması yapmaktadır.
“İki asır önce”den kasıt ise Osmanlı Devleti‟nin Ruslarla imzaladığı Küçük Kaynarca
Anlaşması‟dır. Başka bir yazısında, bu mes‟eleyi Kaynarca mu‟ahedesi doğurdu... Zirâ
mu‟ahede-i mezkureye va‟z-ı imza ile Rusya Devleti Şark Hristiyanlarını hakk-ı himâyet
kazanmakla İstanbul‟un hüccet-i mülküne mâlik oldum itikadına düşüp bu çığırdan
ilerledi”(Karal, 1942: 286) demektedir. Namık Kemâl, “Şark Meselesi”ne dair diğer bir tespiti
ise, “Şark Mes‟elesi, bu nâm ile Avrupa kabinetoları beyninde ve gazete lisânında bir
mu‟ammâ gibi döner dolaşır ve hâl ve keşfi için bir müddetden berû „aklı eren ve ermeyen
herkes çabalar vermeğe çalışır ve Şark‟a dâ‟ir her ne zaman „âcizleri çıksa kabinetolarını
mazbata müzâkerâtında cümleden evvel bu mu‟ammâ misli görülmemiş bir ta‟am gibi Niâde-i
tabakçeyi mütala‟a olunur ve erbâbı politikadan her biri bir kere elini uzadıp, evirir, çevirir,
bakar, koklar nihâyet bilmediği şey olduğundan ürküb yine yerine bırakır ve furû‟atı üzerine
bir tedbîri muvakkat bulunarak tabakçeyi mesele yine konulduğu gibi kaldırılır ve bir başka
vakit için saklanır” (Karal, 1942: 286-287). “Şark Meselesi”nin, bizatihî batının bir ürünü
olduğunu, ancak meselenin halledilmesinde de bizzat Batı‟nın çaresizlik içinde bulunduğunu
belirtir. Bu çaresizlik halinin temelinde çıkar çatışmalarının yer aldığını, bu yüzden de
meselenin bir türlü halledilemediğini belirtir. Çıkar çatışmaları yüzünden “Şark Meselesi”nin
çözümünde ortak bir yol bulunamamıştır. Ancak buna rağmen konu uzun zamanlar
sürüncemede kalmış ve ortaya çıkan her yeni olayla birlikte yeniden gündeme gelmiş ve
çözüm olmayınca başka bir olay için saklanmıştır. Bu durum, Namık Kemâl‟in deyişiyle “Şark
Meselesi”nin “çürüyüp kokması ve bunu koklayanın burnunun” düşmesine sebep olacak hale
getirmiştir(Karal, 1942: 287). Bu hali ile Şark Meselesi, “Avrupa‟nın mübâhasesinin bir
kalıtı” haline gelmiştir(Namık Kemâl, 1303b: 454).
2 Şark Meselesi hakkında bkz: Edouard Driault, Şark Meselesi, “Bidâyet-i Zuhûrundan Zâmanımıza Kadar”,
Çev. Nafiz, Yay. Haz., Emine Erdoğan, Berikan Yay., 2. Baskı, Ankara, 2005; Ahmed Saib, Şark Meselesi, Yay.
Haz. Saadetin Gömeç, Akçağ Yay., 1. Baskı, Ankara, 2008; Matthew Smith Anderson, Doğu Sorunu, 2. Baskı,
İstanbul 2010; Bayram Kodaman, Sultan II. Abdülhamit Devri Doğu Anadolu Politikası, Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü Yay., Ankara, 1987; Hüner Tuncer, 19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri, Ümit Yay.,
Ankara, 2000; Raif Karadağ, Şark Meselesi, 2. Baskı, Emre Yayını, 2005; İlker Alp, Şark Meselesi veya
Emperlalizmin Türk Politikası, Edirne 2008.
Page 5
149
Musa GÜMÜŞ
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
Namık Kemâl‟in “Şark Meselesi”ni Kaynaca Anlaşması‟na dayandırması, “Şark
Meselesi”nin sadece siyasî bir mesele olmadığını, ayrıca dinî bir mesele olduğunu
göstermektedir. Zira Rusya‟nın, Kaynarca Anlaşması‟na koydurduğu madde ile Osmanlı
tebaası olan Hristiyanları himaye altına almıştır. Osmanlı Devleti‟nin nüfusunun önemli bir
kısmı Müslüman‟dır ve devlet sistemi İslamî esaslara dayanır. Buna karşılık Osmanlı
Devleti‟nin aleyhine gelişme gösteren Batılı devletler Hristiyanlık esasına dayanırlar. Osmanlı
tebaası arasında önemli miktarda Hristiyan olması, Batılı devletlerin bunlar hakkında,
özellikle; “Şark Meselesi”nin ikinci safhasında birtakım girişimlerde bulunmalarına sebep
olmuştur. Kaynarca Anlaşması‟na Rusya‟nın, Hristiyanların müdafaası anlamına gelecek bir
madde koydurtması bu girişimlerden ilkidir(Karal, 1942: 286-287).
c. Namık Kemâl’e Göre “Şark Meselesi”nin Dinamikleri ve Devleti Çöküşe
Götüren Sorunlar
Namık Kemâl‟de “Şark Meselesi”nin dinamikleri ve Osmanlı Devleti‟ni çöküşe
götüren sorunlar, ana başlıklarla şu şekilde ortaya çıkmaktadır:
1. Osmanlı Devleti‟nin kudret sorunu,
2. Osmanlı Devleti toprakları üzerinde Batılı devletlerin siyasî mücadeleleri
3. 19. Asırda kendini iyiden iyiye hissettiren milliyetçilik düsturu,
4. Türklerin Hristiyanlara zulüm ettiğine dair dolaşan menkıbeler ve bu menkıbeler
doğrultusunda Batı‟da oluşan kamuoyu
5. Batılı güçlerin Osmanlı tebaası olan Hristiyanlar hakkında talep ettikleri ıslahatlar,
6. Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanları,
7. Âlî, Fuad ve Mahmud Nedim Paşaların tuttukları siyaset usulü,
8. Bâbıâli‟nin yanlış politikaları,
9. Osmanlı Devleti‟nin Batı‟ya hoş görünmek istemesi,
10. Osmanlı Devleti‟nin muasır medeniyeti yakalamak düşüncesi.
1. Osmanlı Devleti’nin Kudret Sorunu
Osmanlı Devleti‟nin kudret sorunu aslında “Şark Meselesi”nin ikinci safhası yani,
Batı‟nın saldırıda, Türklerin de savunmada olduğu dönemin ana karakterini oluşturmaktadır.
Bu dönemde Osmanlı Devleti‟nin içinde bulunduğu gerileme sürecinde önemli kayıplar
yaşadığını, otoritesinden çok şeyler kaybettiğini, devlet sisteminin dönüşümü sağlayamamanın
verdiği sorunlarla mücadele ettiğini ve medeniyeti derinden etkileyecek bir zihniyet buhranı
içinde bulunduğunu görmekteyiz.
Osmanlı Devleti‟nin içinde bulunduğu bu durum, Namık Kemâl‟in düşünce dünyasını
sürekli meşgul etmiş, bu konudaki düşüncelerini gazetelerde ortaya koymuştur. Namık Kemâl,
“Şark Meselesi”ni anlamanın, ilk başta Osmanlı Devleti‟nin Batı ile geçmişte olan ilişkilerinin
anlaşılmasına bağlı olduğunu düşünmektedir. İlişkileri anlatırken kılıç hakkıyla sahip olunan
topraklar ve diplomatik zaferden bahseder. Özellikle Batı ile olan siyasî ilişkilerin sınırlarının
Page 6
Namık Kemâl‟e Göre “Şark Meselesi” ve Osmanlı Devleti‟ni Çöküşe Götüren Sorunlar
150
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
savaş ve barış gibi iki durumla çizildiğini belirtir. Bu çerçevede, geçmişteki Osmanlı
zaferlerine değinir; bu zaferlerin nasıl gerçekleştiğini anlatır. Ancak sürecin belli bir zamandan
sonra tersine döndüğünü belirterek III. Mustafa devrinden itibaren işlerin bozulmaya
başladığını söyler: “ondan sonra devletimizin satveti gurûra ve mehâret-i hayâlâta tahavvül
ederek ve Osmanlıların lâzıme-i şân-ı „addolunan mekânet-i ihtiyatkârâne dahi Ragıp Paşa ile
berâber mezâr-ı „ademe girerek Mustafa-yı Sâlis devrinin evâhirinden Mahmud-ı sâni
zamanının evâiline kadar Rusya‟ya dört kerre ilân-ı harb ettik … Belki hiçbir millette
görülmemiş denilebilecek ve hatta Osmanlıların zaman-ı ikbâllerinde gösterdiği mehâret ve
„azamete ma‟kûsen mütenâsib olacak derecede maddî ve ma‟nevî bin türlü hezîmetlere
uğradık. Avrupa‟da olan mülkümüzün hemen nısfından ziyâdesini gâ‟ib etdik(Kemâl, 1327a:
8)”. Namık Kemâl, gelinen sürecin aldığı noktanın “Şark Meselesi”ni besleyen bir hale
büründüğünü anlatmaya çalışır. Namık Kemâl, devletin kurumsal bağlamda ve zihniyet
bağlamında nasıl bir istikamete gittiğini ve sonuçlarını iyi okumuş ve bunu yazılarına
olabildiğince yansıtmaya çalışmıştır.
Namık Kemâl, Rusya örneği ile Osmanlı Devleti‟nin Batı karşısındaki durumunu,
“Topun karşısına şişhâne, tüfeğin karşısına yatağan, süngünün karşısına sopa, tedbîrin
karşısına hîle, mantığın karşısına şi‟ir, terakkinin karşısına vukûf, intizâmın karşısına ihtilâl,
ittifâkın karşısına tefrîka, fikrin karşısına kavuk ile gittik”(Kemâl, 1327a: 8) şekilde veciz bir
şekilde anlatmıştır.
Namık Kemâl durumun bu hale gelmesini Osmanlı Devleti‟nin kudret sorunuyla
açıklamaktadır. Bir zamanlar, “Şemsin kürre-i „arzı tenvîr eylemesi kâbilinden olarak şeci‟ân-ı
Osmâniyân dâhi „asrı mes‟adet-i sâdisin evâhirine doğru âfitâb-ı âlemtâb âsâ ta aksâyı
mşrıktan tulû‟ ile garp taraflarını envâ‟i ma‟ârif ve medeniyetle telmih etdik”lerini biliyoruz.
Yine “Türkler, o millet değil midir ki medreselerinde Farabîler, İbni Sina‟lar, Gazali‟ler,
Zimahşeri‟ler tevsi‟-i maarif et eylemişdir” (Kemâl, 1285b), “Osmânlı, o nesl-i kerîmdir ki,
mu‟terizimin dediği “medrese mahsullerinden İbn-i Kemâller, Sa‟adeddînler ve istihfâf ettiği
köy a‟zalarından Köprülüler, Mehmed Ali‟ler yetiştirmiştir(Kemâl, 1285f)” Ancak süreç bu
şekilde devam edemedi: “Şimdi ise cehâlet ve beta‟âtimiz bizi ol derece vâdi-i tezebzübe ilkâ‟
etmişdir ki vaktiyle satvet endâz-ı çâr-ı kûşe-i „âlem ve sebebi iftihâr ve bâ‟is-i rahat ve
huzûrumuz el‟ân ecdâd-ı şeca‟ât nijâdımız Türk oldukları halde Türklüğün nâmını biz kabul
etmez olduk. Hatta birimize sen Türk‟sün deseler kızıyoruz”(Karal, 1942: 284). Namık
Kemâl‟in bu yazısında görüldüğü gibi kendimize ait önemli hasletlerden yoksunuz. Aynı
süreçte Avrupa ise “nazariyat-ı ilmiye”nin “asar-ı hariciyeye” tatbiki ile elde ettiği neticeleri
sonunda göz kamaştırıcı azametini yakalamıştır(Baykal, 1942: 190).
Osmanlı Devleti‟nin kudret sorunu 19. asırda daha da belirgin hale gelirken, devletin
karşılaştığı sorunların üstesinden gelme kararlılığını yitirmek üzere bulunduğu
görülmektedir(Kemâl, 1327e: 99). Osmanlının bu durumu, onun “Hasta Adam” olarak
nitelendirilmesine sebep olmuştur. Namık Kemâl de bu hastalığın nedenlerini şu şekilde ifade
etmiştir: “Hastalığının hakîkati kıllet-i ricâl, kıllet-i mâl, kıllet-i „asker, kıllet-i esbâb ve‟
l-hâsıl
kıllet, kıllet, kıllet, herşeye kıllet... Anın menşe‟i ise istibdâd-ı hükûmetdir. Niçün def‟
edemiyor? ya hekimler ki „ayn-ı „illetir, etrafına toplanan (Rusya gibi filan gibi) birtakım
yılanlarla söz birliği etmiş, biraz kımıldansa hekimler işâret edecek, yılanlar hemân sokmağa
yutmağa kalkışacak. O da kendi sâyesinde ta‟ayyüş eden ve anın fenâsından sonra kundura
boyamakla bile geçinmeğe muktedir olamayan hekimlerin intibâh hâsıl etmesine intizâren bir
müddet daha tevakkuf edüb duruyor” (Kemâl, 1327e: 97-98). Namık Kemâl‟e göre hastalığın
sebebi, bir anlamda Osmanlı Devleti‟nin geriliğinin sonuçlarıdır. Zira devlet adamı yokluğu,
Page 7
151
Musa GÜMÜŞ
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
para yokluğu, asker yokluğu… Bu yokluklar Osmanlı Devleti‟ni yatağa düşürmüştür. Osmanlı
Devleti‟nin kudret sorununa sebep olan bir başka sorun zihniyet meselesidir. Namık Kemâl
bunu şu şekilde açıklıyor: “…mahallenin en güzel yerinde bir hane görürüz ki temelleri gâyet
sağlam olduğu hâlde yerlerinden oynayıp binânın her cânibi inhidâma yüz tutmuş içinde
birkaç adam ellerindeki balta ile muttasıl eğrilmiş temelleri kesmeye ve birkaç şahıs dahi
üstündeki kiremidleri ve camları soymaya çabalar. Hanenin her tarafında aralıkda „alevler
görünür biraz kimseler ellerindeki abdest ibrikleriyle su taşıyarak bunları söndürmeye
çalışırlar. Hâlbuki hânenin dört tarafından ellerinde yanan meşâleler ile içeri girip yakmağa
çalışan düşmanları def‟e kimse takayyüd etmez. Asıl hânenin sâhibleri olan binlerce nüfûs aç
ve çıplak kuru tahtalarda yatar hânenin hâlinden asla haberdâr edilmez. Ve biraz haberi
olanlar dahi tevekkeltu al-Allah ile gelen düğün bayramdır diye biri birine teselli vererek
oturur. İşte bu da bizim devletimizin halidir” (Kemâl, 1285c).
Namık Kemâl, bu benzetmeyle, dünya coğrafyasının en güzel yerinde kurulmuş ve
temelleri sağlam olan Osmanlı Devleti‟nin gelinen noktada, içinde bulunduğu kötü durumu
ortaya koymak istemektedir. Yanı başındaki Batı‟da ise bu durum oldukça farklıdır: “…her
hânenin sâkinleri kimi dam aktarır, kimi pencereleri silip parlatır, kimi süpürür, kimi siler,
kimi bağçe beller, kimi ağaç budar ve‟l-hâsıl herkes hânesinin imârı hizmetiyle durmuyor
çalışıyor. İşte bu hâneler Avrupa devletlerinin „aynıdır” (Kemâl, 1285c). Batı‟da herkesin
görevini layıkıyla yerine getirdiği bir sistem kurulmuştur. İşte Avrupa‟nın çehresi budur.
Avrupa‟nın bu çehresi onun kudret ve istikbal durumunu göstermektedir. Böyle bir durum ise;
“Artık öyle bir muntazam mahallede böyle bir hânenin şu hey‟ette durması yakışık
almayacağından eğerçi bir zaman hânenin taksîm-i arsasındaki ihtilâf, „arbedenin bekâsına
medâr olursa da bir gün gelür ki ahâli-i mahalle şamatadan, gürültüden ve hânenin
nizâmsızlığından bîzar olarak ya siz de işinizi yoluna koyup bize benzeyiniz yahud bu
mahalleden çıkınız derler” gerçeğini bize açık bir şekilde göstermektedir(Kemâl, 1285c). Son
iki asrın sonunda gelinen nokta tam da bunlardır: “İşte vaktiyle bir küçük „aşîretden bir hilâfet-
i kübrâ teşkîl eden ve sademât-ı celâdetiyle dünyâyı titreden Devlet-i „Âliyye‟nin zemân-ı
ikbâli bu zemânlar imiş”,(Namık Kemâl, 1327e: 99) şimdi emr-i ber-akis oldu” (Kemâl,
1285f).
Devletin içinde bulunduğu sorunlar, onun Avrupa devletler sistemine dâhil olmasının
önünde büyük bir engel olmuştur. Ancak Namık Kemâl bunun üstesinden gelmenin mümkün
olduğuna inanarak, “ Bize nazar-ı hakaretle bakanlara meyyit olmadığımızı bildirelim. Biz bir
mülke mâlikiz ki rub‟-ı meskûnda mislü yokdur. Biz bir fatânet-i fıtriyye ile mecbûlüz ki sâ‟
ir
kavmlerin yüz yılda geçirdiğini belki nısfı müddetde istihsâl ederiz. Anların bunca „asırlar tec-
rübeler ve fedâkârlıklar ile kazandıkları sanayi‟ ve „ulûmu biz hâzırca nakl ve temellük
edebiliriz ve anların nice ma‟sûm kanlar dökerek hâsıl etdikleri usûl-i hürriyyeti biz hükm-i
şerî‟âtle ele geçiririz. Bizim vatandaşlarımız olan „akvâm-ı tâbi‟ânın cümlesi bu maksadda
bizim ile hem-efkârdır. Zîrâ anlar da bizim ile berâber zahmet ve zillet çekiyorlar ve anlar da
bu mülkün evlâdı ve nef ve zararda müştereki olduklarından hükûmet-i Osmâniyye‟nin devâm
ve kıvamındaki menfa‟âti ve „aksi hâlindeki mazarratı idrâk ederler. Bu takdirce anlar ile elele
verüb hukûk-ı milliyyemizi arayalım. Tâ ki önümüzdeki muhlikeye düşmeyelim” der(Kemâl,
1285c: 5). Bunun ise “sa‟ir devletler ne yolda ileri gitmişlerse, o yola girilerek”
gerçekleşebileceğini düşünmektedir (Aydın, 2009: 28). Yani muasır medeniyetler seviyesine
ulaşmak sorunların çözümü için bir anahtar olabilir.
Page 8
Namık Kemâl‟e Göre “Şark Meselesi” ve Osmanlı Devleti‟ni Çöküşe Götüren Sorunlar
152
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
2. Osmanlı Devleti Toprakları Üzerinde Batılı Devletlerin Siyasî Mücadeleleri
Namık Kemâl, “Şark Meselesi”nin bir başka dinamiği olarak, Rusya başta olmak
üzere büyük devletlerin Osmanlı toprakları üzerindeki mücadelelerini görmektedir. Batı‟nın
“Şark Meselesi”ne yaklaşımı Rusya‟nın Osmanlı politikası ile yakından ilgilidir. Yani
Rusya‟nın politik tavrı Batılı devletlerin Osmanlı Devleti‟nin iç ve dış işlerine müdahale edip
etmemelerinde önemli bir etkendir. Namık Kemâl, Rusya‟nın geleneksel politikasını
gerçekleştirmek, yani güneye sarkma politikasının ne gibi sonuçları beraberinde getireceğinin
farkındaydı. Ona göre Osmanlı üzerindeki Rus tehlikesi sadece Osmanlı devleti için değil,
Avrupa için de ciddi bir sorundur. O, bu konuda Avrupa‟ya: “öyle bir mütegallib hükûmet
muhit-i şimâlîden muhît-i cenûbîye[ye] kadar sarkıp da bütün cihân-ı medeniyeti
kucakladıkdan ve Çin‟i ufak bir darbe ile taht-ı esârete aldıkdan sonra pençesinden
Avrupa‟nın istiklâlini kimler kurtarabilir? Memâlik-i mütemeddine ticâretinin limânlarından
iki mil harîce çıkmasına kimler imkân bulacak? Efkâr-ı beşere bütün mükevvenâtı ihâta edecek
kadar vüs‟at vermekde olan darü‟l-fünûnları Kazaklara kışla olmakdan kimler muhafaza
edecek? Şimdi bütün Rusya mülkünü satın almaya muktedir görünen bankaları adı birer köşe
sarrafı halinde kalmasına kimler çaresaz olacak? İhtimal ki şu mülâhazâtımız hayalâta haml
olunur. Evet bir bilene kadar mütehakkikü‟l-vukû‟ olsa yine bir dereceye kadar vehmiyyâtdan
add etmek nekâyıs-ı beşeriye mukteziyâtındandır” (Aydın, 2009: 31) uyarısında bulunmuş ve
Batı‟nın bu konudaki yaklaşım yanlışlıklarından yakınmıştır.
Kayıtsızlığın devam etmesi durumunda ise gelecekte onları bekleyen sorunları:
“Kırım‟ın, Lehistân‟ın, Çerkezistân‟ın zabt olunacağına vaktiyle ehemmiyet vermeyen
devletler, acaba o ihmâllerden şimdi hoşnud mudurlar? şimdi Buhara‟da, Hive‟de bu kadar
yerlerin istilâ gördüğünü masal gibi dinleyen hükûmetler, acaba bundan 50-60 sene sonra bu
kayıdsızlıklardan memnun mu kalacaklardır? Zannolunur mu ki, bir kere Asya-yı Şarkî, Rusya
gibi bir mütegallib devletin zîr-i idâresine düşerek ta‟limât-ı harbiyeye alışdıkdan sonra eyer
üstünde yatar ve kısrağının südüne kanâ‟at eder milyon milyon cengâverden mürekkeb olmak
üzere çıkaracağı ordulara Avrupa‟nın kuvveti mukâvemet edebilsin? Hatırlara gelir mi ki,
Hind ve Çin hazîneleri bütün Asya‟yı silâhlandırabilecek kadar para vermeğe muktedir olsun?
Hayf bu kadar gaflete! Yazık cihân-ı medeniyete”(Aydın, 2009: 32). şeklinde açıklamaktadır.
Namık Kemâl Batı‟nın baş edemediği bir Rusya ile Osmanlı Devleti bu hali ile hiç baş
edemeyeceğine inanmaktaydı.
Namık Kemâl, Rusya‟nın yayılma alanları konusunda, Hindistan‟daki çıkarları
dolayısıyla, özellikle İngiltere‟yi uyarmak ihtiyacını hissetmiştir(Kemâl, 1285d). Bir kere,
Asya‟ya yönelen Rus istilası, İngiltere‟nin Hindistan‟da kurduğu sömürgelerin ulaşım yollarını
tehdit ediyordu: “İngiltere‟nin bu taksimde bir fâ‟idesi görünmeyüb bi‟l-„akis Şark‟ın cihet-i
cenûbiyyesinde Rusya‟nın hatve hatve ilerlemesiyle Hindistan‟ca henüz te‟essüs ve takarrürü
meşkûk olan ticâret-i külliyyesi tehlikeye düşmekde olduğu gibi Memâlik-i Osmâniyye‟de olan
revâbıt-ı menfa‟ati dahi bozulacağından ve husûsan Amerika cumhurunun Avrupa‟ya tırnak
iliştirmesi ve İngiltere Devleti‟nin bahren i‟tibârı tedenni edeceğinden bu taksîme anın meyl ü
muvaffakati nasıl istihsâl edilecek. Bir bütün ekmeğini ekl ü bel‟inden parça parça edilmesi
daha sehlü‟l-tagaddi olacağı gibi Devlet-i „Aliyye‟nin dâhi erkân ü a‟zâ-yı memâliki tamâm
durdukça Rusya içün icrâyı niyyet her-bâr müsâdif-i su‟ûbet olub buna mukabil anın bünye-i
vücûdunu tertîb eden memâlik kıt‟a kıt‟a ayrılınca anları merreten ba‟da uhrâ birer birer ahz
ü istilâ Rusya‟ca kesb-i suhulet edeceğinden ve mâdemki bu kıt‟alar milliyyet ve mezheb ve
usûl-i „âdet cihetleriyle yekdiğerine muhâlifdirler”( Kemâl, 1285c: 3). Rus tehlikesi
Afganistan sınırına dayanmışken, İngiltere, ne ile mukabele edebilir? Üstelik Hintlilerin
Page 9
153
Musa GÜMÜŞ
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
muhtemel bir İngiliz-Rus savaşında Rusların yanında yer alması muhtemeldir. Namık Kemâl
bu noktada Hindistan‟da İngiliz idaresine karşı olan hoşnutsuzluğu hatırlatmakla beraber,
Rusların ele geçirmiş olduğu yerlerdeki idarenin makul ve dolayısıyla da bölge insanını
kendine ısındıracak nitelikte olduğunu ileri sürmektedir. Zira, Rusya gittiği yerlerin ayân ve
eşrâfını bir memleket hanlığına veya bir büyük ordu riyasetine tayin ederken, İngiltere ise
kurmuş olduğu idarî ve askerî sisteminde elindeki yerlerin ne kadar ileri geleni varsa hepsini
“mülk-i mevrûsundan” mahrum bırakmıştır. İngilizler, yerli unsurdan kimseye bir taburun
idaresini bile vermemişlerdir. Bu nedenle oradaki “safdilân-ı bedâvetin” Rusya‟nın demirini
İngiltere‟nin altınından üstün tuttuğunu söylemek mümkündür(Aydın, 2009: 33).
Namık Kemâl‟in İngiltere‟yi uyardığı bu yazısında uluslararası sistemi ve çıkar
çatışmasına yaklaşımı son derece mantıklı görünmektedir. Denge siyasetine hayatının
devamlılığı için çok ihtiyaç duyan Osmanlı Devleti‟ne bu bir anlamda hareket alanı
oluşturacaktır. Namık Kemâl, bu yazıyı yazarken bu durumu göz önüne almış olmalıdır. Zaten
18. asrın ikinci yarısından itibaren Osmanlı topraklarının İngiltere için daha anlamlı olmaya
başladığını, Hindistan‟da kurduğu sömürge imparatorluğundan anlayabiliriz. Bu durum,
İngiltere‟nin Osmanlı toprakları ile daha fazla ilgilenmesini sağlamıştır.
Namık Kemâl‟e göre Ruslar ayrıca “Şark Meselesi”ni sürekli canlı tutmak için
gazetelerde sürekli yazılar yazmışlar, bir yandan da Osmanlı Devleti‟nin tarafını tutan bir
politika yürütülüyormuş havasını verecek tarzda bir yöntem uygulamışlardır: “Hatta Şark‟a
dair yazdığı bendlerde o derecede nâsıhâne lisân kullanıyor ki -ne olduğu bilinmemiş olsa-
sözlerinden Devlet-i Aliyye‟yi sever, i‟tilâsını, şevketini „arzû eder ve bununla berâber
maksadını anlatamadığı için Avrupa‟ya çekilmiş de oradan ismâ‟-ı efkâr etmeğe çalışır bir
müslüman zannedilirdi” (Namık Kemâl, 1289b: 1) Namık Kemâl‟e göre Ruslar Doğu ile ilgili
fikirlerini gizlemek için hedef saptırması da yapmaktadırlar: “Şarkın asâyiş-i hâzırı muvakkat
olduğu için yakında oradan yeni yeni hadiseler işitilmesi me‟mûldür. Mösyö Bismarck‟ın
vaktiyle Frankfurt Datemâç‟a irâd ettiği bir nutukta “maşrık bir barut fıçısına ve Avusturya
onun üzerine oturmuş bir âdeme benzer” dediği hatırdan çıkarılmasın. Mademki bundan
mukaddem Üçüncü Napolyon‟un en saçma bir sözünden istihrâc-ı mâna ile iştigâl olunur ve
mademki her bir harfinden bir vak‟a-i gaybiyeye istidlâl edilirdi şimdi de Prens Bismarck‟ın
sözlerinin mutlakü‟z-zuhûr olduğuna itimâd etmekliğimiz lâzımdır. Onun için bu söz
Avusturya‟yı hem ihâfa hem de ikâz etmelidir. Şark Meselesi kale alındıkça bizden
korkularından tir tir titriyor. Bazıları da pek ziyâde seviniyor. Birtakımı da ne yapacaklarını
şaşırıyor. Şu üçüncü takım Avusturyalılardır ki kendi kendilerine: “Avusturya neresini ihtiyâr
ederse rahatça oturabilir” demektedirler. Hakîkaten Avusturya üzerine oturmuş olduğu barut
fıçısını ateş almaktan muhafaza için Şark‟daki yaramaz dostlarından ihtirâz üzere bulunmalı
ve bir dağdağayı mûcib olmamak için neticesi meçhûl politikalara sülûk etmemelidir”. Mosko
gazetesi bu bendi ne için neşrediyor bilir misiniz? Bazı kere insân kendi fikrini ketm etmek için
başkasının efkârına ittibâ‟ tavrı gösterdiği gibi bu gazete de Şark Meselesi namına
Moskovların „arbede çıkarmamak „azm-i kâfîsinde bulunduklarına halkı bununla inandırmak
istiyor” Namık Kemâl, 1289b: 1). Bu satırlar Namık Kemâl‟in Ruslar hakkındaki bilgi ve
sezgilerinin ne kadar sağlam olduğunu göstermektedir. Hristiyanlar hakkında da ayrıcalık
isteyen de Rusya‟dır. Bu sürekli ayrıcalık talepleri “Şark Meselesi”ni, sürekli bir mesele
haline getirmiştir(Namık Kemâl, 1303b: 454-555).
Namık Kemâl‟e göre Rusya bizim “hasım-ı tabi‟imiz”dir(Namık Kemâl, 1303a: 456).
Page 10
Namık Kemâl‟e Göre “Şark Meselesi” ve Osmanlı Devleti‟ni Çöküşe Götüren Sorunlar
154
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
Avusturya‟ya baktığımızda da Namık Kemâl‟e göre, “Avusturya Balkanlarda
kendisine bir yol açarak Akdeniz‟e çıkmak ve bu suretle mesâhâsı ile mütenâsib bir deniz
devleti olmak iddi‟âsında idi”(Karal, 2009: 288). Böyle bir amaçla hareket eden bu devlet
“Şark Meselesi”nin taraflarından biri olmuştur.
3. Batı Kamuoyu, Milliyetçilik ve Islahat Talepleri
“Şark Meselesi”nin itici dinamiklerinden biri olan Batı kamuoyu, Batılı devletlerin
siyasî tavırlarını oldukça etkilemiştir. Batı kamuoyunun bilinçlenme sürecinde, başta Avrupalı
düşünürlerin Türk ve İslam aleyhine yazdıkları yazılar, Doğu‟dan gelen ve çok büyük kısmı
uydurma, abartılı, ön yargıya dayalı bilgiler, Avrupa gazetelerinde çıkan yalan-yanlış ve
abartılı haberler önemli rol oynamıştır. Batı kamuoyunda Doğu ile ilgili yanlış algılama ve
bilgiye dayalı bilinçlenme ile birlikte Doğu‟ya karşı bir önyargı Avrupa milletleri arasında
yayılmıştır. Dolayısıyla Doğu‟da meydana gelen en ufak bir hareketlilik; Hristiyan tebaaya
karşı haksızlık, zulüm, işkence yapıldığı ve nihayetinde de onların katledildikleri şeklinde
yorumlanıyordu (Özon, 1997: 68-72).
Namık Kemâl, bu ithamları çürütmek için çabalamış durmuştur: “Düşmanlarda
Osmanlı üserâsı prangalarda küreklerde „ömrünü geçirirdi. Osmanlılarda ise düşman üserâsı
vezârete, sadarete, kazaskerliğe, meşihâte nâ‟il olurdu. Bizden bir padişâhzâde(Cem Sultan)
ihtiyârî ile Avrupa‟ya gitti; türlü hakaret gördü. Nihâyet tesmîm olundu. Bize düşmandan bir
fakîr kız esir düştü; ne hakarete uğradı ne de hukûkundan mahrûm edildi. Bilâkis saraya girdi
mezhebini muhafaza etti. Yine padişâh ile berâber saltanat sürdü. Arnavutluk‟da İskender Bey
nâmı ile ma‟ruf bir hâ‟in eline geçen Müslümanları diri diri şişe geçirir kebap ederdi.
“Eflak‟ta şeytan Voyvoda, biçâreleri kazıklardı. Macar kralı, içine Osmanlı kanı
karıştırmadan şarap içmeği zül addederdi. Hırvat Beyi yeniçeri yaralarından dişi ile et
koparıp yemeği kendine yiğitlik, aslanlık levâzımından addederdi. İşte garplı
medeniyeti!”(Karal, 1942: 287)
Namık Kemâl Batı‟nın Doğu hakkındaki fikirlerini çürütmeye çalışırken Batı
tarihinden örnekler vererek, aslında Doğu‟ya yamanmaya çalışılan suçlar ve iddiaların Batı
tarihinin bizatihi bir parçası olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
“…dünyâda her şeyin bir haddi olduğu gibi Avrupa‟daki efkâr-ı umûmiyenin mesâil-i
hâriciyede te‟sîrsizliği dâhi o mesâ‟ilin ta‟alluk ettiği devletleri az-çok „adâlete ve hükm-i
zamana mutâbık bir idâre-i muntazama altında bilinmesiyle meşrûtdur. Meselâ
Memleketeyn‟de binlerce Yahûdiyi tazyîk ederler. Avrupa‟nın müdâhalesi yalnız himâyet ve
nasihât dâ‟iresinde kalır. Çin‟de bir Avrupalı Yahudi‟nin burnunu kanatsalar kıyâmetler
kopar”(Namık Kemâl, 1327c: 23). Ancak Batı kamuoyunun da Doğu‟daki meselelere karşı
yaklaşımları hakkaniyete dayanmaz. Eğer haksızlığa uğrayan bir Avrupalı ya da Hristiyan
olursa tepkileri ona göre değişir. Bu durum Batılı devletlerin politikalarını hemen her zaman
etkilemiştir.
Osmanlı Devleti‟nin taksimi konusunda çıkar mücadelesine girmiş olan bu büyük
devletler milliyetçilik düsturunu da araç olarak kullanmıştır. Bu devletlerin başında Fransa
gelmektedir: “… Napolyon bir kerre şark üzerinde icrâ-yı müdâhale ve i‟mâl-i nüfûza
alıştıktan sonra karışmak için mesele bulamadıkça icadına kıyâm ederek bir taraftan en evvel
kendince her şeyden müsâ‟id gördüğü Katolik fırkalarını ve diğer taraftan Avrupa‟yı bir
heyecân-ı dâ‟imî halinde bırakmağa vâsıta eylediği kavmiyet fikirlerini bu yolda alet etmeğe
Page 11
155
Musa GÜMÜŞ
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
başladı. İşte Karadağ ve Memleketeyn ve Sırbistan ve Suriye ve Girit hâdiselerinin zuhûruna
sebeb-i hakîkî hep bu tahrîklerin Rusya diplomatlarıyla Cizvit papazları tarafından öteden beri
Rumeli‟ye ekilmekte olan tohumlara perveriş vermesinden başka bir şey değildi”(Kemâl,
1327b: 14). Rusya da milliyetçiliği Balkan milletleri arasında yaymaya çalışarak, Slavlılık
düsturuna dayalı aidiyet anlayışını getirmeye çalışmıştır. Bu durum Balkan sorununu,
dolayısıyla da “Şark Meselesi”ni alevlendirmiştir.
Namık Kemâl‟e göre “Şark Meselesi”nin bir başka önemli unsuru, Batılı devletlerin,
özellikle Osmanlı gayrimüslim tebaası hakkında talep ettikleri ıslahat projeleridir. Batılı
devletler bu ıslahat projeleri vasıtasıyla Osmanlı Devleti‟nin iç işlerine müdahale etmişlerdir.
Namık Kemâl, Tanzimat Fermanı‟nın ilanını, “Reşid Paşa ise bu emrâzın teşrih-i mahiyetinde
hakîmâne bir mahâret ibrâz ile “deva-yı ber‟ü‟s-sâ‟” sûretinde Tanzimât‟ı ilân ederek ve
memlekette başka bir hâmi bulamadığı için icra‟âtını kefâlet-i düveliye altına alarak hükûmet-i
Osmâniye‟nin zulm ü istibdâdına dâ‟ir birkaç yüz sene içinde nice yüz bin ilkâatla Avrupa‟ca
hâsıl olan efkârı birkaç gün içinde „adem-i âbâd-ı nisyâna gönderdi. Ve hukûk-ı ticâreti birçok
kuyûddan tecrîd ile Avrupa ile olan irtibât-ı siyâsîmize bir de iştirâk-i menfa‟at ilâve etdi”
(Namık Kemâl, 1327b: 11) şeklinde değerlendirmiştir. Namık Kemâl‟e göre fermandan
beklenen, dertlere deva olmasıdır. Reşid Paşa tarafından ferman bu amaçla ilan edilmiş, ancak
devletin yapacağı her ıslahatı Batı‟nın kefaleti altına sokmuştur. Tanzimat‟ın “Şark Meselesi”
ile ilgili olan yanı burada kendini göstermektedir. Zira Tanzimat Fermanı çerçevesinde
yapılacak ıslahatlar Batılı devletlerin Osmanlı Devleti‟nin içişlerine karışmaları için bahane
olmuştur.
Tanzimat Fermanı‟na, Batı‟nın temayülü dikkate alınarak Batı‟nın alışık olduğu ve
anlayacağı bazı maddeler koyulmuştur. Bu durum, Tanzimat Fermanı‟nı hukukî bir belge
olmaktan çok siyasî bir belge niteliğine büründürmüştür. “Herkesin hayatına, malına, ırzına
kâfil olmak”, kayıtları, Reşid Paşa‟nın üzerinde İngiltere‟nin yaptığı tesirdi; bunları padişahın
ağzından siyasî bir vesikaya yazmakla Reşid Paşa, İngiltere ve Fransa‟nın anlayacağı ve
hoşuna gideceği kavramları fermanın içine almaktan başka bir şey yapmış olmuyordu(Karal,
1942: 287). Zaten Namık Kemâl‟e göre “Şark Meselesi” Osmanlı Devleti‟nin Avrupa‟ya hoş
görünmek zorunda kalmasının da bir sonucudur. Namık Kemâl bu konuda şunları söyler: “İşte
memâlik-i Osmanîyye halkının bir cinsten bulunmaması ve Avrupa‟ca İslâmiyet hakkında bir
yanlış „îtikâd mevcûd bulunması ve Devlet-i Aliyye‟nin hîn-i hâcette mürâca‟at edecek bir
kuvve-i ihtiyâta muhtâc olduğundan dolayı Avrupa‟ya hoş görünmekte muztarr olması
dünyâda koca bir Şark Mes‟elesi‟nin vücûd ve devâmına „illet olabilecek esbâb-ı tabi‟iyeden
olmadığını idrâk için mesâil-i siyâsîyeye birâz vukûfu olanlarca bâlâda irâd olunan mebâhise
birkaç dakika im‟ân-ı nazar kifâyet eder”(Namık Kemâl, 1327a: 5). Namık Kemâl‟in bu
değerlendirmesi, yukarıda değindiğimiz ve Doğu‟ya karşı oluşmuş önyargının bir neticesi
olarak Osmanlı devlet adamlarının Avrupa‟ya karşı hoş görünmek ihtiyacı hissettiklerini
göstermektedir.
Namık Kemâl‟e göre Osmanlı devlet adamları, Tanzimat Fermanı‟ndan sonra Islahat
Fermanı‟nı da bu hoş görünmek politikasının bir sonucu olarak ilan etmiştir (Özon, 1997: 90-
91).
Islahat Fermanı‟nın hazırlanarak 1856 Konferansı‟na bildirilmesini ve Paris
Anlaşması‟nda fermana atıf yapılmasını da hatalı bir siyaset olarak gören Namık Kemâl
şunları söyler: “…burada müsa‟adat-ı mezhebiyyeye kâfil olmak üzere en sonra verilen
ferman-ı âli vaki‟a Paris Konferansı‟na teblîğ olundu. Fakat ona mukabil mu‟âhedeye bu
Page 12
Namık Kemâl‟e Göre “Şark Meselesi” ve Osmanlı Devleti‟ni Çöküşe Götüren Sorunlar
156
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
teblîğin mesâlihi karışmak için ecnebilere bir nev‟i salahiyet vermek manasına bir şey
olmadığını tasrîh eder bir bend ilâve edildi. Eğer burada bir mezheb „âyince bir tazyîk altına
düşerse Avrupa da o vakit ihtârâta kıyâm edebilir. Yoksa bir fırkanın kendi mezhebince „arzû
ettiği bir kâ‟ideye diğerini ittiba‟ ettirmeye ne bizim devlet ve ne de dünyâda hiçbir hükûmet
borçludur. Binâ‟enaleyh Avrupa‟da bize böyle bir şey teklîf edecek kadar vazîfe bilmez bir
devlet bulunamayacağını yakînen anlamak lazımdır. Hükûmet-i seniyye bahsettiğimiz
mugayeretin zuhûrundan beri her hafta „arz olunan müdde‟â ve müsted‟aları
mürüvvetmendâne telakkî ederek bu kadar ağrâz-ı mütezâddeyi kırmayacak ve bunca „amâl-i
muhtelifeye birbirine mazarrat verdirmeyecek surette bir tarîk-i tesviye bulmak için elinden
gelen himmeti dirîğ etmede mesele hallolunmuş denilecek hâle geldi”(Özon: 1997: 90-91).
Namık Kemâl‟in dediği gibi Osmanlı devlet adamları Batı‟dan gelen baskılar
sebebiyle Islahat Fermanı‟nı ilan etmek mecburiyetinde kalmıştır (Gümüş,2008, 215-240).
Namık Kemâl Islahat Fermanı‟nın ilanını da çok yanlış bulur ve bunu siyaset ilminden
haberdar olmamak olarak yorumlar.
Namık Kemâl‟in bütün bu meseleleri anlatırken vurguladığı şey aslında şudur: “Asıl
gârib yeri şurasıdır ki Devlet-i Aliyye‟nin Avrupa ile politikaca mu‟ameleye başladığı vakitden
beri umûr-ı harîciyesini idâre edenler içinde hiç kimse bulunmamış idi ki şark mesâ‟iline
menâfi‟-i düveliyeden başka bir esâs aramış olsun” (Namık Kemâl, 1327a: 9). Bu tespitin çok
yerinde olduğunu Namık Kemâl‟in yaşadığı dönemde ve vefatından sonra ortaya çıkan olaylar
göstermiştir. Balkanlardaki sorunlara Avrupa devletlerinin müdahalesi, 93 Harbi, Ayastefanos
Anlaşması, Berlin Anlaşması, I. Dünya Savaşı ve Türk İstiklâl Harbi, Namık Kemâl‟i hep
haklı çıkaran olaylar olarak zikredilebilir.
4. Reşid Paşa, Âlî, Fuad ve Mahmud Nedim Paşaların Diplomasisi, Siyaset Usulü
ve “Şark Meselesi”
Namık Kemâl‟e göre Tanzimat dönemi Osmanlı devlet adamlarından sadece Reşid
Paşa‟nın hiç kusuru yoktur(Kuntay, 1944: 140). O başa geçtiği zaman Avrupa‟nın Osmanlı
Devleti‟ne yaklaşımı son derece olumsuzdu: “Reşid Paşa merhûm zamanının icbârı ve
kendisinin dirâyet-i fevk‟alâdesi sâyesinde devletin kuvve-i mutasarrıfiyesi makamına geçtiği
zaman Osmanlılar Avrupa‟ca Rumlarla Rusyaluların birkaç „asırlar neşrinden hâli olma-
dıkları azviyyât cihetiyle müta‟assıb ve zalîm ve hükûmet-i Devlet-i „Aliyye ise mesned-i
mutlak bilindiği için heyet-i milliyemizin izmihlâli „arzû olunur ve ticâret ve ihtilât kapılarının
hemen bütün bütün mesdûd olması cihetiyle menâfi‟-i medeniyetçe bu kıtada öyle bir heyetin
vücûduna kat‟an lüzûm görülmez idi. Yalnız mülkün taksîminde def‟i nâ-kâbil müşkilât ile
Rusya‟nın bu taraflara doğru akıp gelmesinden umûmen cihân-ı medeniyete terettübü melhûz
olan muhataralar bekâmıza sebep olurdu”(Namık Kemâl, 1327b: 10) Reşid Paşa, başa
geçtikden sonra ortaya koyduğu siyasetle bu olumsuz havayı dağıtan birtakım faaliyetler
gerçekleştirir. İç ve dış politikaya dair yeni açılımlar getirir: “Reşid Paşa …bu emrâzın teşrîh-i
mahiyetinde hakîmâne bir mehâret ibrâz ile “dev‟a-ı ber‟ü‟s-sâ‟a” sûretinde Tanzimat‟ı ilân
ederek ve memlekette başka bir hâmî bulamadığı için icra‟atını kefâlet-i düveliye altına alarak
hükûmet-i Osmâniye‟nin zulm ü istibdâdına dair birkaç yüz sene içinde nice yüz bin ilkâ‟atla
Avrupa‟ca hâsıl olan efkârı birkaç gün içinde adem-i âbâd-ı nisyâna gönderdi” (Namık
Kemâl, 1327b, s. 10).
Page 13
157
Musa GÜMÜŞ
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
Reşid Paşa ortaya koyduğu siyaset anlayışı ve diplomatik faaliyetleri çerçevesinde
Batı‟nın Osmanlı Devleti‟ne karşı oluşturduğu olumsuz havayı dağıtmak için başta Tanzimat
Fermanı‟nı ilan etmiştir. Böylelikle ülkede bir koruyucu bulamadığı için bu fermanla, yapacağı
icraatları Batılı devletlerin kefaleti altına alarak Osmanlı Devleti‟nin zulüm ve baskılarına dair
birkaç asırdır binlerce yalanla Avrupa‟da ortaya çıkan düşünceyi birkaç gün içinde
unutturmuştur. Bundan sonra da iç ve dış politikada Osmanlı Devleti‟nin son asrında ender
olarak görülen diplomasi başarıları sergilemiştir. Devlet, eski güçlü durumunu hatırlatacak
şekilde hissedilmeye başlanır: “…Memleketeyn‟in ittihâdı emrinde ekser sefâretlerin
teşebbüsâtına karşı gösterdiği metânet, husûsiyle bu metânetin neticesinde hâ‟iz olduğu mu-
vaffakiyet hem kendinin dirâyetini ve hem de politikamızın ne dereceye kadar nüfûz-ı harîciye
altında kalmasından korkulabileceğini ta‟yîn için bir mikyâs-ı sahîh „addolunsa revâdır. Bazı
ashâb-ı tedkîk Rusya mes‟elesini kendisinin bir daha sadarete gelmek için ihtiyâr ettiği bazı
tahrikât-ı zımniyeye hamlederler. Bu rivâyet sahîh ise Reşid Paşa‟nın sahife-i şânına kıyâmete
kadar izâlesi kâbil olamayacak bir leke-i nefrîn bırakacağında şüphe yoktur. Fakat bununla
dâhi meseleyi idârede ve üç devletin mu‟avenet-i fi‟iliyesini kazanmakta ma‟hûd olan
meharetinin yine kadri zâ‟il olamaz. Merhûm bundan sonra dâhi riyâset-i idârede bulundukça
yine ihtiyâr ettiği meslek-i mütecellidânede devâm ile Tunus Vâlisi‟nin Devlet-i „Aliyye sefâ-
retine müraca‟at olunmaksızın kabul olunduğu için Fransa Devleti‟ni ve sefîrimize hakaret
eylediğinden dolayı Yunan hükûmetini protesto ederek devletin şânını i‟lâ ve hakkını istifâ
eyledi. Mülteci Mes‟elesinde mürüvvetmendâne bir metânet ibrâzıyla Rusya ve Avusturya‟nın
kat‟-ı muhârebe yolunda gösterdikleri tehdîdâta bile karşı durarak Osmanlıların medeniyet ve
insâniyette hâ‟iz oldukları mertebeyi Avrupa‟ya lâyıkıyla tasdîk ettirdi. Ve dostlarımızın
isnâdâtını böyle âhen-destâne bir sille-i tekzîb ile bütün bütün zîr-i zemîne geçirdi” (Namık
Kemâl, 1327b: 11) Reşid Paşa hakkındaki fikirlerini bu şekilde paylaşan Namık Kemâl,
kendince Reşid Paşa‟ya tarihî hakkını teslim eder ve onu son dönemin örnek devlet adamı
olarak görür.
Namık Kemâl‟e göre Âlî ve Fuad Paşaların dış siyaset usulü Osmanlı Devleti‟nin
“Şark Meselesi”ndeki durumunu ağırlaştırmıştır. Namık Kemâl, Âlî ve Fuad Paşaları, Reşid
Paşa‟nın kafa mirasyedileri olarak niteler: “Reşid Paşa mektebinde yetişen Alî ve Fû‟âd
Paşalar ise müşârün-ileyhin metrûkât-ı fıkriyyesine vâris olduklarında şüphe yoktur. Fakat
te‟essüf olunur ki bu metrûkâtın devlete müta‟allık olan „umûrdaki metânet ve mehâret
cihetinden nâsibleri biraz nâkıs ve muhâfaza-i ikbâl için ecânibi cüzî-küllî bazı fedakâr-
lıklarla isti‟mâl etmek cihetinde olan hâssaları hocalarından kat kat zâ‟id idi” Namık Kemâl,
1327b: 12-13). Namık Kemâl, Âlî ve Fuad Paşaların Reşid Paşa‟nın siyaset usulünü terk
ettiklerini belirtir. Bir kere denge politikasında Reşid Paşa İngiltere‟ye dayanırdı: “Reşid
Paşa da hemen her fi‟ilinde İngiltere‟ye istinâd eder idi. Fakat İngiltere‟nin meslek-i siyâseti
Fransa ve Avusturya idâreleri gibi şahıs ile kâ‟im değil, birkaç asırlardan beri yerleşmiş ve
her fırka tarafından iltizâm olunmuş mu‟ayyen bir tarîk olmak cihetiyle müşârun-ileyhe göre
istinâd ettiği kuvvetin mahiyet ve temâyülâtını idrâk ederek tedâbirini ona tevfîk etmek kâbil
idi” (Namık Kemâl, 1327b: 11) Namık Kemal‟e göre Reşid Paşa‟nın İngiltere‟ye dayanması
akıllıca bir işti. Çünkü İngiliz siyaseti kişilerin üstünde, bağımsız ve daha sistemli bir şekilde
işlerdi. Avusturya ve Fransa‟da ise devletlerarası politika kişilere bağlı bir şekilde yürüyordu.
Bu yüzden Fransa ve Avusturya‟nın oturmuş bir politik planları yoktu.
Âlî ve Fuad Paşaların dış siyasetteki denge unsuru Fransa idi. Bu durum dış
politikamızda birçok olayın aleyhimizde işlemesine sebep olmuştur: “…Ta‟dad ettiğimiz
mesâ‟ilden Memleketeyn Napolyon‟un hâtırı için birleşti. Çünkü ittihâd-ı milel mesleği onun
Page 14
Namık Kemâl‟e Göre “Şark Meselesi” ve Osmanlı Devleti‟ni Çöküşe Götüren Sorunlar
158
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
kuvvetiyle mesâ‟il-i düveliye „idâdına dahil olduğundan bu fikrinin şark taraflarında dahi
revâcı indinde mültezem idi. Belgrad Napolyon‟un hatırı için elden çıkarıldı. çünkü onun bir
büyük arzusu da şark üzerlerinde Rusya‟nın nüfûzuna rekâbet idi. Hasmımızın Sırblılara
kazandıramadığı bir „arzûyu kendisi istihsâl ederek politikaca merci‟iyet zatına mahsûs bir
meziyyet olduğunu Tuna kenârlarında dâhi duyurmak pek ziyâde „arzû ettiği şeylerden idi.
Karadağ, Napolyon‟un hâtırı için sekiz-on seneler te‟dîbsiz kaldı. Çünkü harîcde himâye-i
mazlûmîn velvelesiyle dâhildeki mazlûmlarının feryâdını bastırmak politikasının en büyük
esâslarından biri idi. Suriye‟nin tedibât ve tazminâtında Napolyon‟un hâtırı için o kadar ifrât
edildi. Çünkü Kudüs civârlarında bir Katolik hey‟eti peydâ edebilmek en büyük vâsıta-i
tasallutu olan ruhban gürûhunu kendine esîr etmek kâbilinden idi. Girid Meselesi
Napolyon‟un hâtırı için o kadar uzadı, çünkü imparator Almanya „aleyhine Rusya ile bir
ittifâk „akdini fevka‟l-gâye „arzû etmek cihetiyle dostluğunu aradığı devlete bir cemîle olmak
üzere Girid‟i Yunanistan‟a terk ettirmek ister idi” (Namık Kemâl, 1327b: 14-15). Âlî ve
Fuad Paşaların denge unsuru olarak başvurduğu Fransa, Osmanlı Devleti‟nin tebaası olan
Katolikleri kışkırtarak onları bir müdahale aracı olarak kullanmaya başlamıştı. Namık
Kemâl‟e göre böyle bir siyaset takibine başlayan bir devlete dayanmak yanlış bir siyasî
tercihti. Fransa‟nın dâhil olduğu birçok siyasî olay Osmanlı Devleti‟nin aleyhinde
sonuçlanmıştır.
Osmanlı Devleti‟ndeki Katolikleri kışkırtarak bir müdahale aracı olarak kullanmaya
başlaması, Karadağ‟ın kaybedilmesi, Memleketeyn‟in birleşmesi ve sonrasında gelişen siyasî
olaylar neticesinde Osmanlı Devleti ile bağlarının göreli hale gelmesi, Sırbistan‟daki tahrikler
ve Belgrad‟ın kaybı, Suriye‟deki yanlış düzenlemeler sonrasında bölgenin daha karışık bir
hale gelmesi, Girid Meselesi‟ndeki yanlışlıklar ve kötü etkileri, Âlî ve Fuad Paşaların
Napolyon‟a güvenip dayanmalarının bir sonucudur(Mardin, 1974, s. 45). Bu yüzden Âlî ve
Fuad Paşalar dış politikada İngiltere ile işbirliği yapsalardı daha iyi olurdu. Reşid Paşa‟nın
siyaset usulü bu yöndeydi ve onun yaptığı daha isabetliydi. Çünkü: “Yalnız İngiltere vükelâsı
kendilerine politika tarihinde hiç emsâli görülmemiş bir mevki-i imtiyâz bahşeden
ihtiyâtkârlıkları ve dûr-endişlikleri hasebiyle bu buhrân-ı belânın def‟ini İstanbul‟da
fevkalâde bir meslek-i müdebbirâne ihtiyârına mütevakkıf görmekte idi” (Namık Kemâl,
1327b: 10).
Namık Kemâl‟e göre Âlî ve Fuad Paşaların Fransızlara dayanmasının aksine, Reşit
Paşa‟nın İngiltere‟ye dayanması, devlete bir zarar getirmemiştir. Reşid Paşa İngiltere‟ye
dayanarak Mısır‟daki siyasî durumu Osmanlı Devleti‟nin istediği şekilde değiştirmiştir:
“Reşid Paşa… İngiltere politikasına istinâd ile Mısır‟ı yine hâl-i kadîmi üzere bir eyâlet
şekline irca‟ etmeğe muvaffak oldu” (Namık Kemâl, 1327b: 11).
Namık Kemâl, Âlî ve Fuad Paşalar, iç politikada da bazı yanlışlıklar yaparak “Şark
Meselesi”nin buhran halini almasına sebep olmuşlardır. Bu yanlışların önemli bir kısmı
Osmanlı Hristiyan tebaası arasında ortaya çıkan mezhep anlaşmazlıklarında izledikleri
siyasette görülmektedir: “Meselâ Bulgarları, Rum Patrikhanesi‟nin tasallutundan kurtarıp
da aradıkları müsâ‟adât-ı mezhebiyeden behre-dâr etmek matlûb ise Rum mezhebinin
İstanbul ve Avusturya ve Kudüs ve Antakya patriki ve Ermenilerin bir İstanbul, bir Kudüs
patriki olduğu ve bunların herbiri oturdukları yerlerin namıyla zikrolunduğu gibi Bulgarlar
için dahi Ohri‟de veya Filibe veyahut Rusçuk‟ta bir veya birkaç patrik bulundurmak hem kâfi
ve hem de hakkaniyete mutabık iken gûyâ dünyâda ayrıca bir Bulgar mezhebi varmış gibi
memleket içinde bir Bulgar Patrikliği meydana çıkarıldı. Ve hattâ umûr-ı ruhâniyenin bir
Page 15
159
Musa GÜMÜŞ
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
kayd-ı cismânî ile tahdidi muhalât-ı akliyeden iken bu patriğin hükûmet-i dinîyyesine bir de
hudûd vaz‟ına kalkışıldı” (Namık Kemâl, 1327c: 23)
Namık Kemâl‟e göre Âlî Paşa, mezhep sorunlarına yaklaşımda Rusya gibi hareket
etmiştir ve mezhepsel parçalanmayı körükleyecek tarzda bir siyaset gütmüştür. Bu durum
“Şark Meselesi” için başka bir sebebi ortaya çıkarmıştır. Böyle olunca Osmanlı içişlerine Batı
müdahalesi gecikmemiştir. Bu konuda ufak bir kıpırdanmanın dahi etkileri daima büyük
olmuştur: “Devlet zâten umûr-ı hâriciyeden olan veyahûd harîce ta‟alluku bulunan mesâ‟ili bu
yolda idâre ederse cins ve mezheb ve ta‟assub ve medeniyet gibi mesâ‟il-i aslîyeden değil
„adetâ bir köyün veya dağ başında bir manastırın şikâyetinden bile bir Şark Meselesi tevellüd
edebilmek en ziyâde ihtimâle karîb olan hâllerdendir”(Namık Kemâl, 1327c: 23-24).
Namık Kemâl mezhep konusunda Âlî Paşa‟nın yaptığı diğer yanlışlardan şöyle bahs
eder: “Bulgarların Rum kilisesinden ayrılmasıdır ki Âlî Paşa bidâyet-i mes‟elede buna
mürevvic görünmüş iken sonraları sûret-i tesviyenin tatbikâtınca birtakım mehâzir ve müşkilât
gördüğünden işi tâ zaman-ı vefâtına kadar sürüncemede bırakmış idi. Ermeni Katolikleri
beyninde cereyân eden ve gazetelerimizin lisânında „Hasunist ve anti-hasunist‟ kavgası
denilen ve belki bir gazetenin lisâna almasına şâyân olacak bile ehemmiyeti olmayan ma‟hûd
davada ihtiyâr ettiği sûret-i tesviyedir ki politikasının en yanlış cihetidir denilse yalan olmaz…
Âlî Paşa tuttuğu tarz ile Ermeni Katoliklerinin iki fırkası beyninde mevcut olan ihtilâfı
besleyerek hükûmete ondan istifâde ettirmek istediği dahi rivâyet olunurdu. Fakat biz bunu hiç
kabul etmek istemeyiz. Çünkü istibdâdın en büyük vesâ‟itinden olan “teferruka düşür ki
hükûmet edesin” kâ‟ide-i şeytân-pesendânesi umûr-ı mezhebiyeye aslâ tatbîk olunamaz,
bilâkis mezhebce zuhûr edebilecek her türlü ihtilâf hükûmetleri dâ‟ima mûsir ve muzır iki
kuvvetin tazyîki altında bulundurduğu yüz bin tecrübelerle sâbit olan hakâyıktandır. Alî Paşa
ise idâreye müta‟âllık olan bu türlü nikâtı lâyıkıyla bilenlerden idi” (Namık Kemâl, 1327c: 24)
görüldüğü gibi Namık Kemâl, Âlî Paşa‟nın mezhep politikasını da yanlış bulmaktadır. Hatta
Âlî ve Fuad Paşalar Batılıların gözüne girerek koltuklarında kalmak için bu devletlere Reşid
Paşa‟dan daha fazla dayanırlardı(Kuntay, 1944: 145-147).
Namık Kemâl, Fuad Paşa‟nın vefatından sonra da Âlî Paşa‟nın iç ve dış politika
usulünde bir değişiklik olmadığı kanısındadır: “Fû‟âd Paşa‟nın vefâtıyla Âlî Paşa‟nın riyâset-i
idârede infirâdı mu‟âmelât-ı harîciyemizce bir büyük tebeddül hâsıl etmemiştir denilebilir.
Haddizâtında dâhi müşârün-ileyhin münferiden uğraştığı şeyler pek azdır” (Namık Kemâl,
1327b: 16).
5. Bâbıâli Politikalarının “Şark Meselesi”ne Etkileri
Namık Kemâl, “Şark Meselesi”nde Âlî, Fuad ve Mahmud Nedim Paşaların Osmanlı
dış politikasındaki etkinliğini iyi biliyordu. Bâbıâli‟yi de Âlî, Fuad ve Mahmud Nedim
Paşaların güttüğü politikaların uygulama merkezi olduğunu düşünüyordu. Çünkü Namık
Kemâl‟in Bâbıâli‟nin politik duruşunu eleştirirken Âlî, Fuad ve Mahmud Nedim Paşalara
yönelttiği eleştirilere benzer ifadeleri kullandığını görmekteyiz. Bâbıâli‟nin birkaç kişinin
tahakkümünde olduğundan yakınır. Bahsettiği bu birkaç kişi Âlî, Fuad ve Mahmud Nedim
Paşalar‟dır. Âlî Paşa birkaç kişiden birincisidir. Bu yüzden Reşid Paşa‟dan sonra Bâbıâli‟ye
doğru düzgün siyaset edebilecek devlet adamlarının gelmediğini belirtmiştir(Namık Kemâl,
1327e: 98-99). Kıllet-i ricâl, “Şark Meselesi”ni ateşleyen konularda, Bâbıâli‟nin politikalarını
etkilemiş ve Bâbıâli‟yi birkaç kişinin tahakkümü altına sokmuştur.
Page 16
Namık Kemâl‟e Göre “Şark Meselesi” ve Osmanlı Devleti‟ni Çöküşe Götüren Sorunlar
160
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
Namık Kemâl Bâbıâli‟yi iç ve dış politikadaki yanlışlıklarına, İngiliz Dış İşleri Bakanı
Lord Stanley‟in Şark‟a görüş ve değerlendirmesini içeren bir konuşma üzerine yazdığı bir
değerlendirme yazısı ile değinmiştir. Bâbıâli‟nin gerçekleri herkesten saklama gayretinde
olduğunu, bunun tersine hareket eden ve halk tarafından saygı duyulan gazetelerin
kapatıldığını belirtir: “Bâbıâli gerçeklerin herkesten gizlenmesini uzun süreden beri düstûr
kabul etti. Pâdişâhı kandırdı ve halkı iknâ‟ etmek için gereken arz tezkerelerini, Takvîm-i
Cerîde‟nin ve sözü halk nazarında önem verilmeye başlamış olduğunu gördükleri gazeteleri
çoğu maddelerini bizzat Sadrıazamlar ve Dışişleri bakanları karartır” (Kemal,1285d). Yine
Bâbıâli‟ye eleştiri getirirken gerek iç politikada ve gerek dış politikada meydanda duran
gerçekleri padişahtan da sakladıklarını belirtir: “Evet, Pâdişâhı kandırmak pek kolay mümkün
oluyor. Çünkü etrâfına toplananlar merkeb döğücünün hınk deyicisi gibi Bâbıâli‟de söylenen
yalanların yavılasını alanlaradan oluştuğundan Pâdişâhın yönetimi ile gerçeğin arasına Çin
Seddi gibi duvarlar çekilmiştir. Ne Pâdişâhın dikkati teb‟asının durumuyla ilgili olabilir ne de
ahalinin feryâdı Pâdişâhın kulağına ulaştırmak kolay olur” (Kemal, 1285d). Bâbıâli‟nin
ortaya koyduğu yaklaşım Padişah‟ı iç ve dış politik gerçeklerden tecrit etmiştir. Bu durum da
padişahın, devletin ve halkın sorunlarını tam anlamıyla anlayamamasına ve bu noktada
sorunların çözümü için herhangi bir tedbirde bulunamamasına sebep olmuştur.
Namık Kemal, Osmanlı Devleti‟nin iç işlerine müdahale anlayışının Bâbıâli‟nin bir
sorunu olarak değerlendirmiş ve buna bizzat Bâbıâli‟nin sebep olduğunu belirtmiştir:
“…devlet (Bâbıâli) umûr-ı harîciyeden olan veyahûd harîce ta‟alluku bulunan mesâ‟ili bu
yolda idâre ederse cins ve mezheb ve ta‟assub ve medeniyet gibi mesa‟il-i aslîyeden değil,
adetâ bir köyün ve dağ başında bir manastırın şikâyetinden bile bir Şark Meselesi tevellüd
edebilmek en ziyâde ihtimâle karîb olan hâllerdendir...Avrupa‟ca efkâr-ı umûmiye buralarda
mezheb da‟vasının hakkaniyeti pâ-mâl etdiğine zâhib olduğu içün mülkün hangi tarafında bir
hâdise zuhûr ederse da‟ima mağdûr „addettiği fırkayı himâye etmek istediğinden tahaddüs
etmiş bir hâl kıyâs olunur….(Namık Kemâl, 1327c: 24)” Görüldüğü gibi Bâbıâli‟nin politik
yanlışlıklarının, dış politikada ne gibi sonuçları beraberinde getirdiği Namık Kemâl‟e göre
açıktır. Ona göre Bâbıâli bir anlamda memleketi batırmıştır(Kuntay, 1944, 128).
Âlî, Fuad ve Mahmud Nedim Paşaların dümen suyunda giden Bâbıâli‟nin politikaları
bu zatların kişisel politikaları ile kaim olduklarından, iktidarda bu üçlüden kim varsa dayandığı
devlet ona göre değişiyordu. Mustafa Reşid Paşa‟dan sonra Âlî ve Fuad Paşaların başta olduğu
dönemde Bâbıâli tam bir Fransızcıydı. Mahmud Nedim Paşa başa geçince de Bâbıâli Rusyacı
oluveriyordu. Namık Kemal‟e göre Rus elçisi İgnatiyef Mahmud Nedim Paşa‟nın kanadıdır.
Sadrazam, “„ukâb-ı şimâlin kanadıyla” uçuyordu. Namık Kemâl Mahmud Nedim‟e baksa
Rusya‟yı görürdü(Kuntay, 1944: 232). Namık Kemâl‟e göre Bâbıâli Mahmud Nedim Paşa‟dan
kurtulursa, Türk milleti dünyanın en bahtiyar kavimlerinden olacaktır(Kuntay, 1944: 233).
Namık Kemâl, Âlî ve Fuad Paşaları Fransa‟yı denge politikasının unsuru olarak
kullandıkları için eleştirirken Mahmud Nedim Paşa‟yı da Rusçu olması sebebiyle
eleştirmektedir. Bizim düşüncemize göre, bu eleştirilerin temelinde, yukarıda da satır
aralarında değindiğimiz gibi Namık Kemâl‟in pragmatik siyaset anlayışı yatmaktadır. Yine
yukarıda, belirttiğimiz gibi Namık Kemâl İngiltere‟yi denge politikasının merkezine almanın
daha faydalı sonuçlar vereceğine inanır. Nitekim Fransa‟nın “Şark Meselesi”ni ilgilendiren
konularda Rusya‟nın politik duruşları belli bir istikrar vermemiştir. Bunda Rusya‟nın Çar
Nikola‟nın vasiyet ettiği siyasî geleneğin Osmanlı aleyhine sonuçlar içermesi etkendir. Bu da
Osmanlı Devleti için sağlam bir denge siyaseti sürdürmesine engeldi. Bu yüzden Namık
Kemâl, iç ve dış politikayı iyi okuyup sonuçlar çıkarabilmesi sebebiyle bu dönemde denge
Page 17
161
Musa GÜMÜŞ
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
siyaseti için pragmatik yaklaşımlar sergiliyordu. Bu pragmatik anlayışı bazen bazı
olumsuzlukları görmemezlikten gelmesine sebep oluyordu3.
Sonuç
Namık Kemâl‟in bakış açısından “Şark Meselesi” çerçevesinde Osmanlı Devleti‟ni
çöküşe götüren sorunlara yaklaştığımızda, karşımıza, meselenin anlaşılmasını sağlayacak
birkaç boyutlu bir tarih anlayışı çıkmaktadır. Bir kere Namık Kemâl‟deki tarih anlayışı “Şark
Meselesi”nin çok boyutlu yönünü kavramaya yönelik argümanları içermektedir. Yani “Şark
Meselesi”nin dinamikleri sadece tarih bilgisine başvurularak anlaşılacak bir olgu değildir.
Öncelikle sağlam bir tarih bilgisini, Batı‟nın dinî ideolojisine vakıf olmayı, karşılaştırmalı
uluslararası ilişkiler bilgisini ve bunların doğal bir sonucu olarak da karşılaştırmalı tarih
anlayışı gerektirmektedir. Namık Kemâl‟in “Şark Meselesi” ve Osmanlı Devleti‟ni çöküşe
götüren sorunlara yaklaşımına baktığımızda ise bahsettiğimiz çok disiplinli tarih algısının
olduğunu görmekteyiz.
Namık Kemâl, “Şark Meselesi” çerçevesinde Osmanlı Devleti‟ni çöküşe götüren
sorunlara yaklaşırken bir anlamda da “devlet nasıl kurtulabilir?” sorusunun cevaplarını
vermeye çalışmıştır. Namık Kemâl‟e göre, Osmanlı Devleti‟nin kudret sorunu,”Şark
Meselesi”nin çerçevesinde ortaya çıkan sorunların da en önemli sebebi durumundadır. Namık
Kemâl‟e göre devleti çöküşe götüren sorunlar, tamamıyla Osmanlı Devleti‟nin içinde
bulunduğu şartların doğal bir sonucu olarak görülebilir. Dış politikada özellikle savaş
meydanlarında alınan mağlubiyetler ve bunları takip eden diplomatik mağlubiyetler, devlette
kudret sorununun göstergeleri olarak ortaya çıkmıştır. Aynı kudret sorunu, Osmanlı
topraklarında ortaya çıkan önemli-önemsiz birçok olayda Rusya, İngiltere, Fransa ve
Avusturya gibi büyük devletlerin Osmanlı Devleti‟nin içişlerine karışmasına ve Osmanlı
Devleti‟ni çöküşe götüren şartların oluşmasına sebep olmuştur.
Namık Kemâl‟e göre, Bâbıâli‟nin politik tavrı, Özellikle Âlî, Fuad ve Mahmud Nedim
Paşaların diplomasi ve siyaset usulleri, gayrimüslim tebaanın içinde bulunduğu ruh durumu,
yayınlanan ıslahat belgeleri, Batılı devletlerin sömürge mücadeleleri Osmanlı Devleti‟ni
çöküşe götüren diğer sorunlardır.
Kaynakça
(1286). “Bâbıâli‟nin Politikası”, Hürriyet, Sayı: 56, Rebiülahir: 3-4.
Alp İlker (2008). Şark Meselesi veya Emperlalizmin Türk Politikası, Edirne: T.Ü.
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayını.
Aydın, Mithat(2009). “Namık Kemâl'in Siyasî Yazılarında Rusya'nın “Şark
Meselesindeki Yeri ve Memleketeyn Meselesi”, Erdem, (53), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi
Yayını.
3 “Kemal yazarken Reşid Paşanın hemen hiç kusuru yoktur. Ve Kemal, Âli ve Fuad Paşada tenkid ettiği şeylerin
Reşid Paşada da olduğunu bilmez ve Reşid Paşanın yalı bedelini yazmaz, Âli ve Fuad‟ın konaklarını yazdığı halde.
Belki, Kemal, bu yalı parasını başka memleketlerde Reşid Paşa gibi adamların ölüsüne heykel bedeli olarak
verdiklerini düşünür” (Kuntay, a.g.e., s. 140).
Page 18
Namık Kemâl‟e Göre “Şark Meselesi” ve Osmanlı Devleti‟ni Çöküşe Götüren Sorunlar
162
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
Baysal, Bekir Sıtkı(1942). “Namık Kemâl‟e göre Avrupa ve Biz”, Namık Kemâl
Hakkında, Ankara: Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Enstitüsü
Neşriyatı.
Donbay Ali(1992). Namık Kemâl’in Hürriyet Gazetesi’ndeki Makaleleri,
(Basılmamış Yüksek Lisan Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Driault Eduard(2005). Şark Meselesi, “Bidâyet-i Zuhûrundan Zâmanımıza
Kadar”, Çev. Nafiz, Yay. Haz., Emine Erdoğan, 2. Baskı, Ankara: Berikan Yayını.
Gümüş, Musa(2008). “Anayasal Meşrûtî Yönetime Medhal: 1856 Islahat Fermanı‟nın
Tam Metin İncelemesi”, Bilig, (47), Ankara.
Kara İsmail-Yılmaz Nergis(2005) Namık Kemâl Osmanlı Modernleşmesinin
Meseleleri: Bütün Makaleleri 1, İstanbul: Dergah Yayını.
Karadağ R.(2005). Şark Meselesi, 2. Baskı, İstanbul: Emre Yayını
Karal, Enver Ziya(1942). Namık Kemâl ve Şark Meselesi”, Namık Kemâl Hakkında,
Ankara: Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Enstitüsü Neşriyatı.
Kodaman Bayram( 1987). Sultan II. Abdülhamit Devri Doğu Anadolu Politikası,
Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını.
Kuntay, Mithat Cemal(1944). Namık Kemâl Devrinin İnsanları ve Olayları
Arasında I., İstanbul: Maarif Matbaası,
Mardin, Yusuf(1974). Namık Kemâl’in Londra Yılları, İstanbul: Milliyet Yayını.
Namık Kemâl(1285b). “Hubbü‟l-Vatan Mine‟l-İmân”, Hürriyet, Sayı: 1., 9 Rebiü‟l-
evvel. (Bu makalenin Latin harflerine çevrilmiş hali için: Donbay A.(1992). Namık Kemâl’in
Hürriyet Gazetesi’ndeki Makaleleri, (Basılmamış Yüksek Lisan Tezi), Konya: Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Namık Kemâl(1285c). “Memâlik-i Osmâniye‟nin Yeni Mukâsemesi”, Hürriyet, Sayı:
20., 24 Receb: 1-5. (Bu makalenin Latin harflerine çevrilmiş hali için: Donbay A.(1992).
Namık Kemâl’in Hürriyet Gazetesi’ndeki Makaleleri, (Basılmamış Yüksek Lisan Tezi),
Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Namık Kemâl(1285d). “Şark Mes‟elesi‟ne Dair”, Hürriyet, Sayı: 23, 13 Şa‟bân: 1-5
(Bu makalenin Latin harflerine çevrilmiş hali için: Donbay A.(1992). Namık Kemâl’in
Hürriyet Gazetesi’ndeki Makaleleri, (Basılmamış Yüksek Lisan Tezi), Konya: Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Namık Kemâl(1285e). “Devlet-i „Aliyye‟yi Bulunduğu Hâl-i Hatarnakden Halâsın
Esbâbı”, Hürriyet, Sayı: 9, 6 Cemaziyelahir: 1-3. (Bu makalenin Latin harflerine çevrilmiş
hali için: Donbay A.(1992). Namık Kemâl’in Hürriyet Gazetesi’ndeki Makaleleri,
(Basılmamış Yüksek Lisan Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Namık Kemâl(1285f). “Türkistân‟ın Esbâb-ı Tedennisi”, Hürriyet, Sayı: 5., 7
Rebi‟ülahir. (Bu makale‟nin latin harflerine çevrilmiş hali için: Donbay A.(1992). Namık
Kemâl’in Hürriyet Gazetesi’ndeki Makaleleri, (Basılmamış Yüksek Lisan Tezi), Konya:
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Page 19
163
Musa GÜMÜŞ
History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010
Namık Kemâl(1288). “Unvân istemez”, Hadîka, No: 32, 26 Kânun-ı evvel: 1. (Bu
makalenin Latin harflerine çevrilmiş ve kısmen sadeleştirilmiş hali için: Kara İ- Yılmaz N.,
(2005) Namık Kemâl Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri: Bütün Makaleleri 1,
İstanbul: Dergah Yayını).
Namık Kemâl(1289a). “Alman Sefiri ve Şark Mes‟elesi”, İbret, No: 59, 22 Ramazan
1289. Bu makalenin Latin harflerine çevrilmiş hali için: Özon M. N. (1997). Namık Kemâl ve
İbret Gazetesi, İstanbul: Yapı Kredi Yayını.
Namık Kemâl(1289b). “Şimâle Nîm Nigâh”, Hadika, Sayı: 17 Şevval. (Bu makalenin
Latin harflerine çevrilmiş ve kısmen sadeleştirilmiş hali için: Kara İ- Yılmaz N., (2005)
Namık Kemâl Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri: Bütün Makaleleri 1, İstanbul:
Dergah Yayını).
Namık Kemâl(1303a). “Şark Mes‟elesine Dair Bir Layihadır”, Müntehabat-ı Tasvir-i
Efkâr, I. Kısım: Siyasât, İstanbul: Matbaa-i Ebuzziya: 454-468.
Namık Kemâl(1303b). “Şark Mes‟elesi Hakkında Bir Mütalaa”, Müntehabat-ı
Tasvir-i Efkâr, I. Kısım: Siyasât, İstanbul: Matbaa-i Ebuzziya: 424-429.
Namık Kemâl(1303c). Koriya dö Riya‟nın Şark Mes‟elesi Hakkında bir Makalesi”,
Müntehabat-ı Tasvir-i Efkâr, I. Kısım: Siyasât, İstanbul: Matbaa-i Ebuzziya: 441-445.
Namık Kemâl(1327). Usûl-i Meşveret‟e Da‟ir Geçen Numerolarda Münderic
Mektûbların Dördüncüsü”, Külliyat-ı Kemâl Makalat-ı Siyasîye ve Edebiye, I. Tertib, 3,
İstanbul, Selanik Matbaası:207-209.
Namık Kemâl(1327a). “Şark Mes‟elesi I”, Külliyat-ı Kemâl Makalat-ı Siyasîye ve
Edebiye, I. Tertib, 3, İstanbul, Selanik Matbaası:1-9.
Namık Kemâl(1327b). “Şark Mes‟elesi II”, Külliyat-ı Kemâl Makalât-ı Siyasîye ve
Edebiye, I. Tertib, 3, İstanbul, Selanik Matbaası:9-20.
Namık Kemâl(1327c). “Şark Mes‟elesi III”, Külliyat-ı Kemâl Makalat-ı Siyasîye ve
Edebiye, I. Tertib, 3, İstanbul, Selanik Matbaası:21-26.
Namık Kemâl(1327d). “Avrupa Şark‟ı Bilmez”, Külliyat-ı Kemâl Makalat-ı Siyasîye
ve Edebiye, I. Tertib, 3, İstanbul, Selanik Matbaası: 339-344.
Namık Kemâl(1327e). “Hasta Adam”, Külliyat-ı Kemâl Makalat-ı Siyasîye ve
Edebiye, I. Tertib, 3, İstanbul: Selanik Matbaası:97-101.
Özon M. N. (1997). Namık Kemâl ve İbret Gazetesi, İstanbul: Yapı Kredi Yayını.
Saib Ahmed(2008). Şark Meselesi, Yay. Haz. Saadetin Gömeç, 1. Baskı, Ankara:
Akçağ Yayını. Anderson M. S. (2010), Doğu Sorunu, 2. Baskı, İstanbul: Yapıkredi Yayını.
Şahin Hasan(2006). “ Şark Meselesi Çerçevesinde Osmanlı-İngiliz İlişkilerine Genel
Bir Bakış (Başlangıcından Paris Barışı‟na Kadar)”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü
Dergisi, Prof. Dr. Zeki Başar Özel Sayısı, (29), Erzurum.
Tuncer Hüner(2000). 19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri, Ankara: Ümit Yayını.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder