6 Eylül 2012 Perşembe

Namık Kemal’in Mali ve Ekonomik Görüşleri

nam_k_kemal_in_mali_ve_ekonomik_g_r__leri.doc dosyasının html sürümüdür.
G o o g l e taradığı belgelerin otomatik olarak html sürümlerini oluşturur.
17.10.2003 tarihli Dünya Gazetesinde yayınlanmıştır.
Namık Kemal’in Mali ve Ekonomik Görüşleri

Hüseyin Perviz Pur / Yeminli Mali Müşavir

Vatan Şairimiz Namık Kemal’in maliye ve ekonomi üzerine düşünceleri “ibret” Gazetesinin 57., 88. ve 87’ inci sayılarında 1871-1872 yılları arasında yayımlanmıştır.

Söz konusu gazetenin belirtilen sayılarında sunumu yapılan bu görüşlerin günümüzde de tartışılan konuları kapsaması şairin bize yeterince tanıtılmadığını ortaya koymakta ve açıkçası bizleri birazda şaşırtmaktadır. Orta öğretimde öğrencilere yalnızca bir şair ve düşünür olarak tanıtılan Namık Kemal’in bu konulara ilişkin görüşlerini, ileri düzeydeki bilgi birikiminden beslenen sunumundan haberdar olmamamız ne yazıktır ki öğretim sistemimizin ders içersinde gerekli özeni göstermemesinden kaynaklanmaktadır.



Namık Kemal 1840-1888 yılları arasında yaşamıştır. Vatan şairimizin 48 yıl süren kısa yaşamı ülkeyi demokratik, çağdaş Batı uygarlığı düzeyine getirme çabaları içinde geçmiştir.

Namık Kemal’in yaşadığı dönemde ekonomik sistemde önemli değişmeler olmakta idi. Osmanlı’da 1839 Tanzimat Fermanı ile yeniden yapılanma hareketleri başlamış ve ilk olarak ticaret mahkemeleri laikleştirilmiştir.Ticari işlemlerin kolaylaştırılması amacıyla bürokratik işlemlerde değişiklikler yapılmıştır.Dirlik düzeninin bozulmasına neden olan “1858 Arazi Kanunnamesi” bağımsız mülkiyete küçük çiftçi işletmelerinin kurulması yolunu açmış ve böylelikle toprağın devlete ait olduğu döneme göre daha Batılı bir görünüm oluşmuştur. Ancak, tarım ile hayvancılık üretim vergilerinin (aşar,ağnam) tahsili “mültezim” denilen açık arttırmayı kazanan silahlı burjuva çetelerine bırakılmıştır.



Öte yandan Avrupa devletleri, Osmanlı’nın ekonomik, hukuki ve idari her türlü yönetim işlerine el atarak ülkeyi hesapsız bir borçlanma içine sokmaya başlamış, kendi çıkarlarına uygun değişimleri gerçekleştirmeyi başarmışlardır. Bu oluşumun günümüzdeki IMF’den hiç de bir farklılığı yoktur. Bu dönemde Batılılar’ın, Avrupa’da hızla başlayan ve giderek genişleyen sanayileşmeyi Osmanlı’da engellemek amacı ile 1838 Ticaret Antlaşması’na bir takım hükümler koyduklarını görmekteyiz. Bu oluşun günümüzdeki “Gümrük Birliği” anlaşmasıyla bir paralellik taşıdığını açıkça ifade etmek gerekir. Avrupa’dan ithal edilecek mamullere yüzde 3 gibi gülünç bir gümrük vergisi konulmuştur. Osmanlı’nın borçlarını ödeyememesi durumunda, zamanı geldiğinde alacaklarının tahsilini kolaylaştırmak amacıyla teminat olarak gördükleri tarım ve hayvancılık sektörüne herhangi bir engelleme yapılmamıştır. Nitekim 1881 yılında, Osmanlı devleti Avrupa’ya borcunu ödeyemeyince kurulan Duyun-u Umumiye idaresinin ilk önce tarım ürünlerine el koyması bunun açık bir kanıtı olarak düşünülmelidir.





Vergilerini toplayamayan devlet yönetimi bütün masraflarını borçlanarak karşılamaktaydı. Maliye idaresi bütçe kontrolünü yapamıyor, açıklarını vergilerle kapatamıyordu. Saray, yabancı danışmanlar, Galata bankerleri, Avrupa bankalarının yetkilileri, Batılı devletlerin (Fransız, İngiliz, Alman) Hazine sorumluları ve diplomatlar tarafından ele geçirilmişti. Yabancı işadamları akbabalar gibi “artık hasta adam” ın ölmesini beklemeye başlamışlardı. Üstelik Fransa’nın önerisi ile Londra’da Osmanlı’nın daha fazla borçlanması için lobi kurulmuştu.



Devlet düzeninin bozulmaya başladığı bu dönemde Türk aydınları, ekonomistleri, kısacası düşünürleri neredeydiler, ne yapıyorlardı, görüşleri nasıldı? Bir çoğu Avrupa’da okumuş, yaşamış, elektrikle işleyen metroları görmüş, demir yapımı buharlı gemilere binmiş, trenlerde yolculuk etmiş, kısacası, sanayi devriminin gelişimini ve çekiciliğini yaşamışlardı. Ailelerin uzaktan, yakından bağlantılı akrabaları devlet yönetiminin üst düzeylerinde görevde idiler.



Devleti dar boğazdan çıkaracak ekonomik önlemleri yönetime aktarmamalarının nedenleri neydi? Yönetimin yabancı danışmanlarının eline bırakılmasına nasıl ve neden göz yumuyorlardı?



Çoğu yabancı okullarda okumuş, yurt dışında eğitim almış, varlıklı ailelerin çocukları idiler. İçlerinde ekonomi ve maliye ile ilgili kitaplar yazmış, Mülkiye ve Harbiye gibi seçkin yüksek eğitim veren okullarda eğitmen olarak görev yapmış, güncel ekonomiyi yakından izleyen, dürüst ve ülkesever aydınlardı. İçlerinde yabancı kökenli olanlarda vardı. Kısacası, sunumları ve önerileri ile Osmanlı devletine yol gösterici olacak birikime sahiptirler.



Bu kişilerin yada başka bir değişle aydınların görüşlerinin ortak ve aykırı noktalarını irdelesek, ortak görüşün; Avrupa yayılmacılardan alınan borçlara son verilmesi, sanayileşme devrine başlanması, vergilendirme sisteminde reform yapılması olduğu belirtilebilir. Aykırı düşünceleri ise; ekonomik sistemde liberalizm veya devlet destekli ekonomi politikaları olarak özetlenebilir.



Kanımızca aydın görüşlerinin sarayla ulaşamama nedenlerinin başında, görüşlerin milliyetçi duygularla azınlıklardan ticaret haklarının alınmasına yönelik olması, vatan Şairi Namık Kemal’in götürü vergi yerine gelirin vergilendirmesini önermesi gelmektedir. O dönemde azınlıklar, gelirleri ile orantılı olmayan yöntemle aile başına sabit cizye vergisi ödemekteydiler. Kısacası, aydınlar giderek azınlıkların huzurunu kaçırmaya başlamışlardı.









II.Abdülhamit’i tahtan indiren bürokrat (kapıkulu) diktatoryası bu aydınlarla her türlü ilişkiyi kesmişlerdi. Onları saraydan uzak tutma yöntemiyle ortak çıkar paylaşımcısı azınlıklarla, destekçileri batılı yayılmacılara karşı görevlerini kusursuzca yerine getiriyorlardı.

Vatan şairimiz Paris ve Londra’da bulunduğu yıllarda (1867-1870) hukukçu ve ekonomistlerden, demokratik devlet yönetimi modern hukuk, ekonomi ve maliye konularında dersler aldı, onlarla dostluk kurdu. Bilindiği gibi dünyada gelir vergisini uygulayan ilk ülke İngiltere’dir. William Pitt, gelir vergisini 1798 yılında Fransa savaşının finansmanı için parlamentoya sunmuş ve bu vergi kabul edilmiştir. Gelire göreli olarak artış olmasına karşın genelde yüzde 10 oranında vergi alınmakta olup, bu vergi genelde olağanüstü durumlarda devreye girmekteydi.



1860 yılında gelir vergisinin devamlı uygulanması kabul edildi. Aynı dönemde Fransa, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri’nde de gelir üzerinden vergi alınmasına başlandı. Namık Kemal’in bu değişimlerden etkilenmesi çok doğaldı. Bu oluşu, İbret Gazetesi’nde yayımlandığı, Osmanlı devletinin altı yüz yıllık vergi geleneğine karşı çıkan ve aşağıda belirtilen on ilkesinde açıkça görebilmek mümkündür.


Şairin On Vergi İlkesi

1- Vergilerin oranı, devletin zorunlu giderlerini karşılama ölçüsünde olmalıdır.

2- Madem ki; vergi zorunlu giderleri karşılayacak oranda alınacaktır, devlet, devamlılığı için halktan vergi almak zorundadır. Halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması ancak devletin devamlılığı ile sağlanır. Herkes devletin devamlılığı için vergiyi zorunlu ancak kazancına oranlı adil olarak ödemelidir.

3- Vergi olabildiğince ılımlı oranda alınmalıdır. Hükümetler görevlerini yerine getirirken halkın en fazla zorlandığı konu vergidir. Hükümetler, halkı kaçınılmaz harcamalardan yoksun bırakmayacak biçimde bir vergi oranı belirlemektedir. Belirlenen oran kesin ve adil olmalıdır.

4- Vergi oranının yüksekliği gümrükten mal kaçırmak, miktarı eksik göstermek, hırsızlık, yalan beyan, rakiplerine karşı casusluk yapmak gibi etik kuralları çiğneyen davranışlara neden olur. Vergi oranı ağırlığının neden olduğu kural dışı davranışlar sonucu mükellefler cezaevine girecek kadar ağır biçimde cezalandırılırlar.

5- Vergi oranının yüksek olduğu yerlerde herkes vergi yükünü azaltmak için, servetleri ile kazancını gizler, rüşvet ve aracı kullanırlar. Vergi inceleme elemanları doğruyu bulmak için gizliliği çözmek zorundadırlar. Ancak ne kadar inceleme yapılırsa yapılsın gerçek verginin belirlenmesi söz konusu olmaz. Vergi oranlarının yüksekliği devletin vergi gelirlerini azaltır.

6- Vergi oranı ödenebilecek bir düzeyde tutulursa devletin toplam geliri artar. Bazı devletler tarafından uygulanan bu yöntemin başarılı olduğu görülmüştür.

Devletin halka vereceği yükümlülüklerin dengeli ve ılımlı olması zorunluluktur. Bu vergi ilkesi bütün topluma eşit uygulanmalıdır.





7- Vergi “gelir” üzerinden alınmaktadır. Bunun nedeni, gelir belli bir süre içinde artarak oluşur.



Bazı düşünürler vergi konusuna etik kurallar açısından bakarak vergiyi yalnızca işlenen suçlardan alınmasını isterler. Ceza olarak alınacak vergi uygulaması yapılmamalıdır, bu çelişkili bir durumdur. Mükellefi suçlu olarak görmek vergi alınmasını ortadan kaldırır. Devletin devamlılığı için vergi suçluları ile mücadele edilmelidir.



8- Doğrudan mükelleften alınan dolaysız vergi dolaylı vergiye tercih edilmelidir. Dolaylı vergi devlete gider yaratarak Hazine’ye girer. Dolaylı ve dolaysız vergilerin tahsilinde varsıl ile yoksul ayrımı yapılmaz.



Namık Kemal’in bu bentteki bir tümcesini aynen alma gereği duyduk.”Hasılı, kazanılan şeyleri bir tarafa bırakıp da sarf olunan şeylerden vergi almak kadar mugayir (aykırı) bir kaide, tabiatiyle muzır (zararlı) neticeler verir.



9- Vergi gelir arttıkça göreli olarak artmalıdır.



10- Vergini tahsili masrafsız bir başka değişle ekonomik olmalıdır. En ucuz maliyet ile en kısa sürede Hazine’ye devredilmelidir. Tahsil edilen vergiler, görevlilerin elinde bekletilmemelidir.



Tahsilatın halka en az vergi yükü getirmesi taksitlerin sayısını çok olmasına bağlıdır. Taksit sayılarının mükelleflerin gelir ve giderlerinin zamanlaması ile uyumlu olmalıdır.



Hazine’de vergi gelirlerinin en az masrafla tahsili içinde vergi türleri azaltılmalıdır.



Memurların elinde toplanan vergilerin süre olarak az tutulması için genel bir kural konulamaz. Bu sorunun çözümü, vergi toplanan bölgelerin sosyal durumunun ayrıca dikkate alınmasına bağlıdır.



Vergi kaçırmanın, saklamanın azaltılmasının çözümü, dikkat göstermektir. Ancak vergi yükü ve oran yüksek ise devletin çıkarlarının korunması için birkaç yüz inceleme elemanı yeterli olmaz. İnceleme memurlarının sayısı arttırılmalıdır.



Namık Kemalin on vergi ilkesi İngiltere ve Avrupa’da sanayi devriminin ilk kıvılcımını yakan İskoçyalı ünlü iktisatçı Adam Smith’in “adalet”, ”kesinlik”, “kolaylık” ve “en az masraflı” (tasarruf) olarak tanımlanan verginin klasik dört temel ilkesine dayanmaktadır.


“Kaynak Teorisi”



Namık Kemal’in önerileri Maliye biliminde “kaynak teorisi” olarak tanımlanmaktadır. Yüz otuz iki yıl önce Osmanlı devleti, Namık Kemal’in önerileri doğrultusunda “vergi devrimi”ni yapmış olsaydı, Adam Smith’in dört temel ilkesi ülkemiz vergi sisteminde haklı yerini almış olacaktı. Tüm Osmanlı halkı adil bir vergi düzeni içinde kazandıklarının vergisini ödeyeceklerdi. Bunun sonucunda; öncelikle 19.yüzyılda vergi gelirleri artarak dış borç alma gereği duyulmayacaktı. Öte yandan, 1914 yılından 1964 yılına kadar yarım asır süren “azınlıklar ülkemize zararlıdır” görüşü kabul görmeyecek, adil olmayan vergilerle ve çeşitli baskılarla onların ve sermayelerinin ülkemizden kaçmasını önleyecektik Bugün ülkemizde yatırımcı işverenler Türk ekonomisinde yerlerini almışlardır. Bu “şövalyeler” elli yıllık zaman ve sermaye kaybını yerine oturtma uğraşı vererek başarılı olmuşlar, ülkemizin sanayi devrimini başlatan ulu önderin vasiyetini yerine getirmişlerdir.

Şairin Ekonomi ile İlgili Görüşleri



Şairin ekonomi ile ilgili görüşlerine gelince; Namık Kemal, Osmanlı’da sermaye birikiminin bulunduğunu savunmuş, ancak bunu ekonomiye kazandırılma kanallarının düzenlenememesinden şikayetçi olmuştur. Bu sermaye birikiminin bankaların, sanayi ve ticaretin gelişmesi ile ortaya çıkacağı belirtilmiştir.



“Devletin esas görevinin; sadece adalet sisteminin düzgün işlerliği, eğitim, güvenlik, sağlık hizmetlerinin yapılması ile sınırlandırılmasını” savunmuştur.



Diğer görüşleri ise; klasik liberal devlet anlayışı ile devlet ekonomik yaşamdan ekini çekmelidir diye özetlenebilir. Bir başka yazısında;

- “Osmanlı ekonomik sisteminin çökmesinin durdurulması için Batı Avrupa ülkelerine eşdeğer, çağdaş bir uygarlık düzeyinin kurulması gerekir. Bunun için eğitim sisteminin çağdaşlaştırılarak yaygınlaştırılması “serbest ticaret” kurallarının uygulandığı ekonomik gelişme modeli yolunun çizilmesi gerekir” demekte ve devamla;

- “Ekonomik eğitim ve her alanda çağdaş bir değişimin gerçekleşebilmesi için devlet yönetimi merkeziyetçi demokratik sistemi benimseyen anayasal yapıya kavuşturulmalıdır” ifadesini vurgulamaktadır.

Namık Kemal’in bu ekonomik görüşlerini etkileyen “1838 Ticaret Antlaşması’na da karşı olduğu görülmektedir.

- “Devlet bu antlaşma ile ticaret serbestliğini öyle bir zamanda kabul etti ki,

Avrupa’dan ucuz ve kaliteli mallar ülkemize yığıldı. Tezgahlar kapandı. Etbab-ı sanat

harap oldu. Bu antlaşma yirmi sene içinde bize umulan getiri yerine, tersine ülkenin iç

ticaret pazarlarına kadar girerek yayılmıştır”.



Altı yüz yıllık bir geçmişi olan Osmanlı’nın vergi düzeni 19.yüzyılda verimliliğini kaybetmiştir. Değiştirilmesi için öneriler belki olmuştur. Ancak böyle bir değişim kuvvetli bir devlet tarafından başarılabilirdi. Ne yazık ki, devlet yaptırım gücünü yabancılara kaptırmıştır.



Osmanlı’da ithal ve ihraç edilen her türlü malın ticareti azınlıklar tarafından yapılıyordu. Sanayileşme gelecekte ithalat gelirini azaltacağından böyle bir girişime başlama dahi çeşitli oyunlarla engellenmişti. Ayrıca ithalattaki karaborsa gelirleri hiç vergilendirilmeden denetimsiz yüksek fiyat uygulamaları topluma yansıtmıştı. Halkın sırtından yüksek kazanç sağlama, azınlıklara karşı kin doğmasına neden olmuştu. Bunun sonuçları gelecek yıllarda ortaya dökülecektir.



Namık Kemal yüz otuz iki yıl önce ekonomi üzerine oynanan bu gerçeği görmüş ve büyük bir yüreklilikle İstanbul’da yayımlanan gazetesindeki yazılarında bunlara yer vermişti. Saray, azınlıklar, elçiler eleştirel yazıları izlemekteydiler. Şairin İstanbul’da kalarak sarayla yüz yüze görüşme yapması engellenmiş, yurtdışında -özellikle ulaşımı zor Adalar’da- görevlendirilmiş, böylelikle onun yabancılar karşıtı bir aydınlar grubu kurması, onları yönlendirmesi önlenmiştir.



Zaman akıp gitse de tarih, olaylar ve insanlar değişmiyor. Günümüzdeki olaylara baktığımızda; aydınlar ile siyasal gücün uzlaşmaz tutumu bir sorun olarak sürekli karşımıza çıkıyor. Oysa Türkiye; geçmişten ders almasını bilebilmeli, sevgi, saygı ve hoşgörü ile beraberce pek çok sorununu kolayca çözümleyebileceğini gözardı etmemelidir.





PÜR DENETİM YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLİK AŞ.
Bahariye Caddesi Site 64 No: 25/9 B-Blok Kadıköy - ISTANBUL
Tel : +90 216 449 37 00 (pbx) Fax : +90 216 449 37 71



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder