Türk Aydınlanma Hareketinde Namık Kemal
Ortaçağda yaşamın her alanını yönlendiren din, kültür ve sanat hayatının da belirleyicisi olmuştur. Aklın rehberliğini öne çıkaran Rönesans ise, ortaçağda yalnızca dini konu alan sanatın ve düşüncenin insanı merkez olmasını sağlamış; yeniçağın sonlarına doğru da eşitlik, hürriyet, meşrutiyet gibi demokrasinin temel ilkeleri keşfedilmeye başlanmıştır. 16. yüzyılda ise, Rönesans sürecini reformlarla tamamlayan Avrupa, dinin vicdanlardan başka konularla uğraşmaması ilkesini ortaya çıkarmıştır.
Özerk bir kültür anlayışını, yani aklın ışığına dayanan bağımsız bir insanlık kültürünü geliştirme istencini ilk olarak Rönesans getirmiştir. Rönesans�n bu ilk adımını sonra 17. yüzyıl felsefesi usçu öğretileriyle temellendirmeye çalışmıştır. 18. yüzyıl felsefesi de, bu yöndeki gelişmeyi �n keskin, en tutarlı�biçimine ulaştıracaktır. İşte bunun için bu felsefeye ayrıca �ydınlanma felsefesi�de denmektedir (Gökberk, 1979: 61).
Yeniçağ başlarında Avrupa, bilim alanında yeni buluşları ve coğrafya keşifleriyle gelişerek güçlenmiş, bunlara paralel olarak da sanat ve düşünce sahasında yeniliklere, kapılarını açmıştı.
Söğüt�en başlayarak Bursa�a, oradan da İstanbul� uzanan; beylikten devlete, devletten imparatorluğa geçen, 16. yüzyıla gelindiğinde dünyanın en güçlü devleti olan Osmanlı İmparatorluğu, coğrafî keşifler sonucu yeni ülkelerin ve deniz yollarının bulunmasıyla ekonomik bakımdan zor duruma düşmüştü.
Osmanlı Devleti�de 18. yüzyılda yapılan ıslahat hareketlerinin daha çok askerî karakterli olduğu; 19. yüzyıla gelindiğinde ise, devlet adamlarının imparatorluğun dağılıp çökmesini önleyebilmek için hemen her alanda reformlar yapılması gereğini anladıkları görülmektedir.
Islahat hareketlerine girişen II. Mahmut�n ölümünden sonra yerine geçen Abdülmecit, babasının yaptığı reformları daha ileri götürmüş ve �anzimat Fermanı�ı hemen ilân etmiştir.
3 Kasım 1839�a ilân edilen Tanzimat Fermanı, devlete yeni bir düzen getirmeyi, top yekûn kalkınmayı hedefliyordu. Bu temel üzerinde açılan okullarda yeni bir aydın kuşağı yetişmiş ve yeniliklerin önünde engel olarak gördükleri devlet adamlarına basın-yayın yoluyla muhalefete başlamıştı.
Gerçi Lale Devri�den beri Batı�ın birçok kurumu ülkede tesis edilmeye çalışılmıştı; ancak aralarında Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Münif Paşa, Ali Suavi, Abdullah Cevdet gibi adlarını daha çok gazetecilik ve edebiyat sahasında duyuran kişilerin bulunduğu bu dönem aydınları, devletin çöküşünü engelleyebilmek için Batı�ın hemen her kurumuna sıcak bakan yöneticilerin hiç zikretmedikleri iki kurumu daha devletin ve milletin kalkınması için elzem görüyorlardı: Anayasa ve Meclis.
Köhnemiş kurumları yenileştirerek devleti kurtarma ve toplumu değiştirme mücadelesine giren aydınlar, Batı�ın kalkınmasında bizde olmayan bu iki kurumun etkili olduğunu savunmuşlar, insan hak ve hürriyetleri, parlamenter rejim gibi siyasal isteklerini dile getirmeye başlamışlardır.
Tanzimat�n ilânından beri, daha hoşgörülü bir ortamda düşüncelerini dile getirebilen aydınlar, işte bu andan itibaren, yani adını sonradan koyacakları Meşrutiyet yönetimi talebiyle birlikte, sıkı bir takibata uğrayacaklardır. Sosyal ve siyasal alanlarda çağdaşlaşma önerilerini ve düşüncelerini dile getirdikleri gazeteler kapatılmaya, yazarları cezalandırılmaya başlanacaktır.
Ülkenin çağdaşlaştırılması hususunda öneri ve görüşleri yönetimle çatışan; ancak uzlaşmayı değil, mücadeleyi seçen yeni aydın tipinin en önemli temsilcilerinden biri, hatta öncüsü Namık Kemal�ir. O, hürriyet ve vatan şairliği kadar, demokrasi mücadelesinin yılmaz bir savaşçısı olarak da öne çıkmıştır:
Ne efsûnkâr imişsin âh ey dîdâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten
Kafadar (2002: 1454)� göre, Şinasi ve Ziya Paşa�a meşrutiyet ideali etrafında daha çok siyasal bir kavram olan �ürriyet�fikrini, ilk defa felsefî denilebilecek bir tarzda doğal haklar görüşüyle temellendiren aydın, Namık Kemal olmuştur. �ak ve adalete nasıl dayanan devlet nasıl kurulmalıdır?�sorusundan hareket eden Namık Kemal, bu meselenin çözümlenebilmesi için önce insanın nasıl bir varlık olduğunun bilinmesi gerektiğini düşünür. Namık Kemal� göre insan, doğuştan �ür�bir varlıktır ve birey olarak kendisine �anrı tarafından verilmiş�hürriyet hakkıyla dünyaya gelir. Böylece Aydınlanma felsefesinin dayandığı temel görüşlerden olan tabiî hukuk doktrinini İslâm inancıyla uzlaştıran Namık Kemal, insan hakları arasında bugünkü ifadesiyle demokratik eğitim hakkı / eğitimde fırsat ve imkân eşitliği olarak değerlendirilebilecek �ürriyet-i mekâtip�hakkını da saymakla, Fransız İhtilâli�in getirdiği görüşleri Osmanlı toplumunda eğitim alanına genişleterek uygulamıştır (Kafadar, 2002: 1454).
Türk Aydınlanma Hareketinde NAMIK KEMAL
Güzel bir yazı, teşekkürler.
YanıtlaSil